Admin
Site Yöneticisi
Mesaj Sayısı: 148
Katılım Tarihi: 04.10.05
Konum: Hamburg
Yaş : 65
|
Annem telefonda sıradan bir olaydan söz eder gibi r0;Seninki öldü kızımr1; deyince içim burkuldu. Kimden söz ettiğini anlamıştım. Annemi her aradığımda, garip karşıladığını bildiğim halde, onu sormayı da aksatmazdım. Ona ilişkin iç açıcı haberler almayalı çok olmuştu.
Son gördüğümde -beş yıl kadar oluyor- bilinen zorunlu gereksinimlerini karşılamakta güçlük çekiyordu. Kısa süre sonra ele avuca düşmesi kaçınılmazdı. Köy yaşamının güçlüklerine tek başına katlanamayacağı günler gelip çatınca, küçük oğlunun, Mamakr17;ın sayısız tepelerinden birinin yamacına kondurduğu iki göz bir aradan oluşan evine sığınmıştı. Ev halkının gizlemeye gerek duymadan ulu orta dillendirdikleri isteğe o da katılıyor, ölümü bekliyordu. Yaşı kemale ermişti. İnsan ağırlığı başka bir ağırlığa benzemiyordu, gerçekten taşınamaz, katlanılamaz gibiydi. Öteki dünyaya yapacağı yolculuğa hazırdı. Ev halkının gözünde sevimsiz duruma düşmemek için kendimi zorlamış, uzak durmaya özen göstermiştim. Yanımda kimse olmasa, buruşturulmuş, karalama kağıdını andıran yanaklarından öpecek, daha önce bize cömertçe verdiği dostluğu, sıcaklığı, gereksinim duyduğu bu günlerde ona geri vermeye çalışacaktım. Konuşup dertleşemedik ama, o benim, ben onun gözlerine uzun uzun bakarak eski günlerin anısını canlandırmayı başarmıştık.
Kaç kez ziyaretine gitmek istedimse de annem: r0;Kızım neyini göreceksin, konuşması yok, duyması yok. Geçenler de biz gittik, insan üzülüyor, gönül alıcı bir iki çift söz söyleyeyim diyorsun, oğlu kızı bön bön yüzüne bakıyor. r16;Bu kadına niye bakmıyorsunuzr17; demişiz gibi, r16;elimizden geleni yapıyoruz daha ne yapacağız, Allah almıyor ki o da kurtulsa biz de kurtulsakr17; diye laf vuruyorlar. Hamide Karıdan geriye kalan belli belirsiz bir soluk, iskeletine yapışmış buruşuk bir derir1; diyor, arayıp sormamın kimseye bir yarar sağlamayacağını söylüyordu.
Köyümüzden, toprağımızdan kopunca -Ankarar17;dan Almanyar17;ya kadar- her birimiz bir tarafa savrulduk. Biz Keçiörenr17;de, annemler Kurtuluşr17;ta, Hamide Nineler Mamakr17;ta oturuyorlardı. Eski kuşak bir yönüyle bizlerden çok daha sosyal. Birbirlerini asla unutmuyor, bayramı seyranı bahane ederek görüşüp koklaşıyorlar. Birinin başına gelmiş olan en küçük bir sorun, hemen ötekiler tarafından duyuluyor gereği neyse yapılıyor. Ya şimdi, oğul babayı, baba oğulu tanımaz oldu. İnsanlar yirmi otuz yıl da, bunca nasıl değişebiliyor, inanılır gibi değil.
***
On dört on beş yaşlarında yeni yetme bir bağ bekçisiyken, ona duyduğum yakınlığı ve bağlılığı annem herkesten daha iyi bilirdi. O zamanlar çok sıkı fıkı olmamızdan hoşnut olmayan annem, son zamanlarda onu görmemi engelledikçe, bunca yıl sonra bile yakınlığımızı kıskanmış olabileceğini düşündürüyor bana. Annemin her sözüne direnen ben, ne yalan söyleyim Hamide Niner17;nin bir dediğini iki etmezdim.
Birlikte bağ bekçiliği yaptığımız o unutulmaz güz günlerimizin, okuma yazma bilmeyen özverili öğretmeniydi Ninemiz. Parlaklığını yitirmiş gözleri nasıl sevecen bakardı, bakışları nasıl ısıtırdı içimizi. Bizden sakladığı en küçük bir gizinin olmadığını hepimiz bilirdik. r0;Civcivlerimr1; diye andığı bizleri anaç bir tavuk gibi başına toplamadan ağzına bir lokma koymaz, r0;Sizinle paylaşmazsam yediğim boğazıma tıkanıyorr1; diyerek sevgimizin karşılıksız olmadığını duyumsatırdı.
Üzüm bağları köyün günbatımında olan kızlar r11;sayımız yedi ile on arasında değişirdi- ona tapardık. Başkasını bilmem ama ben, doğru bildiğim ne varsa Hamide Niner17;den öğrenmiş olduğumu düşünürüm hep. O, yaşıtı köy kadınları gibi edilgen ve suskun değil, tam tersine başına buyruk ve konuşkandı. Giysilerini sandıklarda eskitmez, düzgün giyinir, oyalı baş örtüsünü özenle kuşanırdı. Onu tanımamış olsaydım bir yerlerimde bir eksikliğin kendini belli edeceğinden o kadar eminim ki.
Daha çok çocukların yaptığı bağ bekçiliğini, başka kimsesi kalmadığından kendisi yapıyordu. Çocuklarından biri Almanyar17;ya gitmiş, diğeri Ankarar17;da kapıcılık işine girmişti. İki oğlunun da çağırdığını, ancak ele avuca düşmeden köyden ayrılmak istemediğini sık sık yinelerdi. Yaşları, on-on dört arasında değişen biz genç bağ bekçilerini ne küçümser, ne de kullanmaya kalkışırdı. Bizi öyle bir yönlendirmişti ki, anlattığı günlük hikayeler, öğretici dedikodular, hep aramızda kalır, kendi tezgahlarımızda dokunur renklendirilirdi. Köylünün karı koca ilişkilerinin en mahrem olanları en çok konuştuğumuz konulardandı. O söylemese; Yukarı Mahalleden birinin, ahırındaki eşeğin sıcaklığını, gece karısının sıcak koynuna yeğlediğini ve yaptığı işi karısına söyleyerek onu aşağılamaktan hoyratça bir haz duyduğunu biz kimden öğrenebilirdik? Hamide Niner17;den başkasına içini dökemeyen zavallı kadın, r0;Ben ahırdaki eşek kadarda mı karılık yapamıyorum ayaklarını öptüğüm Hamide Bacır1; demişti ona. Bu irkiltici durumu öğrendiğimiz zaman bunalıma girmiş, ne yapacağımızı, ne söyleyeceğimizi şaşırmıştık. Hamide Nine, bunun yalnızca bizim köyün erkeklerince yapılan bir ayrıksılık olmayıp, tüm çevre köylerde belki de dünyanın her yanında olageldiğini söyleyerek yatıştırmıştı başkaldırımızı.
Başkası anlatsa asla inanmayacağımız hikayeler, onun dilinde inandırıcı hem de çok inandırıcı oluverirdi. Gözlerimizi açan bu yeni bilgiler, daha önce anlattığı erkeklerin hoyratlık hikayeleriyle birleşince, düşlerimizi süsleyen erkek cinsinin tüm çekiciliğini yok ediyordu. Uzunca bir süre erkekleri, yanlarına yaklaşılmaması gereken hayvandan beter yaratıklar olarak görmekten kendimizi alamamıştık.
Güz günlerinin sabahı serin olur, kırağıdan her yer yağmur yağmış gibi ıslanırdı. Hep tepelerde görmeye alıştığımız beyaz bulutların, bağlarımıza inip, kütüklerin arasına kadar sokulduğu olurdu. Donmuş üzüm taneleri, ılımalarını beklemeden sabırsızlık edip ağzımıza attığımız zaman dişlerimizi sızlatırdı. Soğuktan titrer, güneşin tepemize doğru yükselmesini dört gözle beklerdik.
Bugünkü gibi aklımda; Hamide Nine ısınabilmek için çullara sarınmış, biz de birbirimize sokulmuş, dün akşam başından geçen bir olayın hikayesini dinliyoruz.
r0;Güz günlerini bu yüzden hiç sevmem, sabahları olduğu gibi geceleri de serin oluyor. Üşüdüm. Isınabilmek için erken yattımr1; diye başlıyor anlatmaya. r0;Kapı tarafından gelen bir patırtıyla irkildimr1; dedikten sonra durup ellerini dizlerine vuruyor, başını sağa sola sallıyor, birilerine diş bilediğini anlamamızı istiyor sanki. r0;Gız bu nasıl iştir, bu nasıl insanlıktır, hiç mi akıl kalmamış bu köyün erkeklerinde?r1; İçinden bizim duymamızı istemediği küfürler savurduğu belli oluyor. Kızlardan biri r0;Kim bilir nasıl korktun nine diye söze karışıyor, r0;Yok yavrum ne korkusu? Herif ölüp, çocuklar yuvadan uçtuktan sonra, zaman zaman korktuğum da olmuştur ama alıştım şimdi, korku morku kalmadı bende. Yorganı üstümden atıp, karanlıkta el yordamıyla kapıya kadar yürüdüm. Gecenin bir yarısı yine de, sormak lazım. Kim o, ne istiyorsunuz gece vakti? dedim. Kısık ürkek bir kadın sesi, r16;Benim Hamide Bacı, aç kapıyı dondumr17; diyordu. Sesi tam çıkaramadım ya, açtım kapıyı yine de. Kadın kurşun gibi daldı içeri, bir iki çuvala, direğe çarptıktan sonra kendini yere attı zavallı. Hamide Nine bir süre dinlendikten sonra devam etmişti. r0;O orada yata dursun, ben gaz lambasına yakmak için kibrit bulmanın derdine düştüm. Bir iki yoklamadan sonra kibriti buldum lambayı yaktım. Don gömlekle yerde biri yatıyor. Lambayı yüzüne tutunca anlayabildim kim olduğunu. Leyla gelin. r0;Ağzı çenesi kan içinde, üst dudağı ceviz gibi şişmiş, hatırı sayılır bir dayak yediği her halinden belli zavallının. Leyla yavrum ne oldu sana? Hangi elleri kırılası hırpaladı seni, bu ne hal hamamdan çıkmış gibi yarı çıplak diyerek yanına varıp yerden kaldırdım. Yatağın üstüne taşıdım. Kadıncağızın iki gözü iki çeşme. Ne kadar zorladıysam da neler olup bittiğini söyletemedim Leylar17;yar1; diyordu.
Köyde Leyla adında birinin olmadığını hepimiz biliyorduk. Nine her zaman olduğu gibi hikayesinin kahramanını bilmemizi istemiyordu.
Sabaha kadar Hamide Nine de kalmış. Hiç uyumamışlar. Kocası olacak adam belli ki, saklandığı yeri bulamamış evine gidip yatmış. Biz meraktan patlamak üzereydik. Hamide Nine; r0;Neler olduğunu Leylar17;ya söyletene kadar dilim damağım kurudu. İşin aslını gün ağarırken ancak anlayabildimr1; diyerek, soluklanıp devam etmişti. r0;Leylar17;nın kocası gibi ayılar, kendileri evin içinde, yatakta, yolda nerede olursa olsun, her istedikleri yerde gümbür gümbür osurur, yaptıklarıyla da övünürler. Ama bir kadın, yanılıp şaşırıp elinde olmayarak onların yaptığını yapmaya görsün, gece vakti yataktan dışarı atılır, dövülür sövülür, onunla da yetinilmez sokaklarda kovalanır ele aleme rezil rüsva edilebilir.r1;
Gülelim mi ağlayalım mı şaşırdık. Aklı kısa kızlardan bir ikisi gülmeye yeltendiyse de çoğumuz kara kara düşünmenin daha yerinde olduğunu anlamıştık.
Hamide Niner17;nin hiç yapmadığı bir şey varsa, bizi umarsız bırakmaktı. Kendi yaşamından seçtiği, duruma uygun bir hikayesi her zaman bulunurdu. Söyleyecekleri hem bizi umarsızlıktan kurtarmalı, hem de iyi erkekleri haksız suçlamalara karşı korumalıydı.
Mavi damarlı, yılan derisi gibi ışılayan kuru elleriyle bir süre yüzünü kapatıp beklemiş, ellerini dizlerine indirip içini çekerek; r0;Bu yüzüm var ya, pörsümüş yüzüm, on altı yaşımdaki yüzümün yanında, dünya güzelinin yüzü sayılır,r1; demişti. r0;Nereden bulaştıysa bir illet bulaştı yüzüme. Bakmaya doyulmayan yüzüm, birkaç ay içinde kimselerin iğrenmeden bakamayacağı yaralarla doldu. Katrandan göz taşına, sümüklü böcekten yaşına değmemiş bebek bokuna kadar sürdüler yüzüme. Kocakarı ilaçlarıyla kurtaramayacaklarını anlayınca, ne kadar tekke türbe varsa hepsini gezdirdiler. Dört saat yol teperek şehre gidip doktora bile göründüm. Ama nafile... Derdime neyin deva olduğunu bilirsiniz, anlatmıştım. Yüzüm güzelken sevdiğim ve beni o çirkin yüzümle bile her zaman sevdiğini belli eden bir oğlan. Aşağı pınarda yalnızlatıp belime sarılan, sonra da irinli sivilcelerimi gül koklar gibi koklayıp, yüzünü yüzüme süren Sadıkr17;ım. Ogün ömrümün en güzel günüydü. Sadık elimden tutmasa tüy gibi uçup gök yüzünde kaybolabilirdim. Vücudum aşağıdan yukarıya doğru ateşe verilmişti sanki. Yüzümü, yaralarımı her şeyimi unuttum. Görmezlikten geldiğim yaralarım birkaç hafta da yok olup gitti. Bunlarda aklınızın bir köşesinde kalsın Civcivlerimr1; diyerek içimizi serinletmenin bir yolunu yine de bulmuştu.
Cenazesinde Civcivlerinden yalnızca iki kişi vardık. Arkadaşım, Hamide Ninenin öldüğünü duyunca ta Yozgatr17;tan kalkıp gelmişti. Bir köşeye çekilip eski günlerden söz ettik. Bana r0;Nine en çok seni severdir1; diyordu. Oysa ben, Ninenin en çok onu sevdiğini anımsıyordum.
Nur içinde yatsın.
01.03. 2003 / Ankara |