Gönderen
Admin - 26-02-2012 23:09
#1
Sevgili canlarım, Köyde ilkokulda geçen ilk yılı anlatmağa bu mektupta da devam edeceğim. Sizi sıkmadığımı umuyorum.
Davar kömünden uyarladığımız yeni okulumuzda hızlı bir tempo ile çalışmağa başladık. Sınıfın yeterince penceresi olmadığından havaların çok bulutlu olduğu günlerde içerisi nerdeyse karanlık oluyordu. böyle günlerde iki tane cam şişeli lamba yakıyorduk. Lambalara yakın oturanlar şanslı sayılırdı. Yerimizden kara tahtaya kireç taşı ile yazılan yazı ve rakamları rahatlıkla seçebiliyorduk.
Öğretmenimiz her hafta bir sınıfı sözlü sınav yapardı. Hangi sınıfı sınava çekecekse sırayla tahtaya kaldırır, ya bir iki cümlelik bir metin yazdırır ya da hesap sorardı. Sorulanı yapamamanın cezasını notla vermezdi öğretmenimiz. Örneğin 2. sınıftan birisine tahtada sorduğu bir hesap sorusuna doğru yanıt alamazsa sınıfa döner önce 2. sınıflara "Bu soruyu kim yapacak?" diye soradı Birisi kalkıp soruyu doğru yanıtlarsa ona , yapamıyana iyi bir tokat atmasını emreder, bu emirde duraksanmadan yerine getirilirdi. Bu yüzden de dersten çıktıktan sora dışarda sık sık kapışmalar olurdu.
Nazım Aslanın bir büyüğü, ismini anımsayamıyorum (Sabrinin oğlu) 3. sınıftaydı. Ozaman herkes ona Patat derdi. Herkesin bir lakabı vardı sanınırım. Öğretmenimiz Patat'ı tahtaya kaldırdı. Ona basit bir hesap işlemi sordu. Dört işlemi içeren bir soru. Patat düşündü, uğraştı,zorlandı yapamadı. 3. ve 2. sınıflardan da kimse tahtaya kalkma cesareti gösteremedi. Öğretmen 1.sınıflara dönüp "Bu soruyu yapacak var mı? " deye sordu. Ben yaparım deyip tahtaya kalktım ve hesabı doğru bir şekilde yaptım. Sıra patata verilecek cezaya gelmişti. Dayım Patata okkalı bir tokat atmamı emretti. Patatın boyu benden hayli uzundu. Dengeyi sağlamak için beni sandalyenin üstüne çıkardı. Patat karşımda bana yiyecek gibi bakıyor. Ben okşar gibi bir tokat vurdum. Anında dayımın balyoz gibi tokatı suratımda patladı. Neye uğradığımı şaşırdım. Aval aval dayımın suratına bakarken o: " Tokat nasıl vuruluyormuş öğrendin mi ? " dedi. " haydi şimdi yeniden vur bu kanaraya." Suratım biber yakmış gibi yanıyordu. Gerçekten canım çok yanmıştı. Patata öyle bir tokat attım ki elim yüzümden fazla yandı. Patatın bunu yanıma bırakmayacağını adım gibi biliyorum. Ama nerde ve ne zaman olacağını Tanrı bilir. Aradan zaman geçti . bahar geldi. iş güç zamanı olduğundan okul tatil oldu. İkinci sınıfa geçmiş olmanın mutluluğu ile davarın, sığırın peşine koyulduk. Bir gün Çapıtlı Pınarın oralarda bir yerde Patatla karşılaştık. Onu görür görmez benim tabanları yağlamam gerekirdi. kaçmayı kendime yediremedim. Patat orda ağzımı, burnumu dağıttı. Hiç bir şey demeden, kan revan içinde bırakıp gitti.
Bu tarz bir eğitim sistemi o zamanlar çok normaldi. Veliler öğretmeni böyle öğrettiği için başarılı ve bilgili buluyorlardı. Bunları şimdiki gençlerin bilmesini ve nerelerden bu günlere
gelindiğinin farkında olmalarını istedim.
O yıl (1947) sınıfımızda kimler vardı diye düşündüm ve hatırladıklarımı Aşağıya listeliyorum. Benim gibi hala hayatta olanlara selamlarımla birlikte sağlıklı, mutlu bir yaşam, hakkın rahmetine kavuşmuş olanlara da yürekten rahmetler diliyorum.
Kıymet Zeren, Aliş Mete , Kenan Mete, Satılmış Murat, Veli Murat, İsmail İlhan, İsmail Karaduman (Altılı), Durak Aydoğan (Haydu nun oğlu), Elvan Başal, Hüseyin Kaya (Bodu), Nazım Aslan (Keidoğlan), Patat, Nusret Aslan, İhsan Aydoğan, Mustafa Aydoğan, Ali Aydoğan, Kara Zeynel, Fevzi Hansu, Kemal Neşeli, Etem Neşeli, İsmail İbiş, İbiş Han ve anımsayamadığım birkaçı daha.
Herkese sevgiler saygılar, her şey gönlünüzce olsun. İsmail İlhan