#1
Hasan Kaya
Aleviler için"Aleviler ve İslam, Alevilik ve İslam ilişkisi" zaman içinde tartışılacak konuların başında geliyor. Aleviliğin İslam içinde olduğunu söyleyecekler hep olacak. Kendilerince haklı buldukları birçok sözüm ona kanıtı ileri sürerlerken, gerçekleri de eğip bükerek haklılıklarını kanıtlamaya çalışacaklar.
Üzerine konuşulan tartışılan konunun doğası gereği, genelde din bilgisi ve özelde İslam`ı ve İslam tarihini bilmeden tartışmaya bir taraf olarak girmek bazen trajik komik savların ileri sürülmesini de kaçınılmaz kılıyor. Din, İslam, İslam tarihi bilmek bu konunun sağlıklı tartışılması için yeterli olmuyor. Çünkü üzerine konuştuğumuz konu son tahlilde Alevilik olduğu için, Aleviliği ve Alevilerin tarih içindeki duruşlarını ve sosyal yaşamlarını da bilmek gerekiyor.
Din üzerine yapılan çok sayıdaki çalışmada, dinleri var eden etmenlerin, toplumsal gelişmenin bir aşamasına ait olduğunu bize gösteriyor. Din, insanlık tarihinin sınıflarla tanıştığı, devletin egemen sınıflar elinde bir baskı aracı olduğu aşamanın ürünüdür. Dinin zaman içinde şekillendiğini ileri süren bu tespit, din ve inançlar arasında bir ayrım yapar. Bu anlamda din, inançların daha çok kurumsallaşarak, belli bir yapısal şekillenme içine girdiği aşamayı işaret eder. Bu anlamda, insanın doğada ve toplumda olup biteni açıklayabilmesinin bir aracı olarak var ettiği inançları ile insanın tüm yaşamını düzenleyen ve ona kendince bir şekil vermek isteyen din arasında temelde bir farklılık olduğunu işaret etmiş oluyoruz. İslam; diğer iki Sami dinden daha fazla gündelik hayattan devlet yönetimine kadar her alana müdahale ederek daha etkin bir rol oynar inanların yaşamı üzerinde.
Onun müdahale etmediği neredeyse hiçbir alan yok gibidir. Gündelik yaşamın her alanında kendini duyumsatır. Kadın erkek ilişkisinden aile yapısına ve devlet yönetimine kadar her alana sızan İslam, insanın bireysel iradesini cüzi bir irade kabul ederek küçümser. Azami iradeye sahip olan tanrı insan, yaşamının asıl düzenleyeni ve belirleyeni olur.
Kitap dinleri de dediğimiz üç büyük Sami dini, tüm farklılıklarına rağmen özünde insanın yaşamını, gündelik hayatını belirleyen bir Kutsal algılamasına sahip. Bir dini diğerinden ayıran, bu anlamda ibadet pratiklerindeki farklıklar oluyor. Museviliği, Hıristiyanlıktan ve her ikisini İslam`dan ayıran temel fark, bu dinlerin ibadet pratikleridir.
Bu bağlamda yazının konusuna döndüğümüzde, Aleviliğin Sami dinlerinden daha farklı bir yerde durduğunu görüyoruz. Alevilerin gündelik yaşamında kutsalla ilişkisi ve dini gündelik yaşamlarına yansıtmalarına baktığımızda, çok başka bir manzara ile karşı karşıya kalıyoruz. Her şeyden önce, Alevilerin emreden ve yasaklar ile kendisini sınırlayan bir tanrı ve kutsal algılaması olmadığını görüyoruz. Bu, öze ilişkin bir farklılık olup, diğer biçimsel benzerlik ve yakınlıklardan önde gelmesi gereken bir farklılıktır.
Bu anlamda Aleviliğin daha çok Budizm ve Hinduizm ile bir benzerlik içinde olduğunu görüyoruz. Çok sayıda kutsalı, emir ve yasakları ile gündelik yaşamın her alanına müdahale eden bir tanrı algılamasından uzak olan Budizm ve Hinduizm kutsalın emirleri, yasakları ve ödüllendirmelerinden oluşan anlayıştan uzak, toplumun birlikte yaşamını kolaylaştıran ve önünü açan ahlak anlayışı ile şekillendiğini görüyoruz.
Bundan başka, din adamlarının etkisi ve rolü de göz önüne alındığında bir benzerliğin olduğunu söylemek mümkün.
Bilindiği gibi Alevilerin inançlarını yaşamaları ve inanç pratikleri, salt ibadet etmeyi amaçlamazlar. Cemler, Ayini cemler daha çok toplumsal yaşamın örgütlenmesini, düzenlenmesini de öngörürler. Dedelerin Alevilik içindeki rolü ve etkisi göz önüne alındığında, Sami dinlerden çok farklı olduğu görülecektir. Çünkü Sami dinlerde egemen olan ve belirleyen Tanrı, yani Kutsalın kendisidir. O bu etkisini ve egemenliğini yalvaçları (peygamberleri) ile dahi paylaşmaz. Onları sıradan bir aracı ve kendi emirlerini insanlara ileten elçisi olarak görür ve kullanır.
Alevilik gibi Budizm ve Hinduizm dinlerinde ise din adamları tanrısal bütünlüğe ulaşmış, onu yaşayanlar olarak Sami dinlerinin yalvaçlarından daha etkin ve güçlü din adamları sınıfını temsil ederler. Tanrı, insan ve evren bütünlüğüne ulaşan bu din adamları aynı zamanda diğer inananlara tanrısal bütünlüğe ulaşmanın yolunu ve yöntemini gösteren yol gösterici olarak, inancın temel öğeleri olurlar. Bir kutsal kitaba sahip olmayan bu dinlerin dünden bu güne gelişi, daha çok bu din adamları üzerinden olur. Aleviliğin "eline beline dile sahip olma" ilkesinin aynı biçimi ile Budizm de olduğunu, Hinduizm`in 12 aşamalı bir yaratılış anlayışı ve bu dinlerin Alevilik gibi üçlü bir tanrı algılaması olduğunu hemen eklemeliyim.
Bunlardan başka, araştırıldığında birçok benzerliğin bulunmasının mümkün olduğunu ve bu benzerlikleri burada sıralamaktan çok buna işaret etmekle yetiniyorum. Ve bu cümle ile de bir tartışmanın kapısını araladığımın farkındayım. Ancak hemen eklemekte yarar gördüğüm bir noktanın altını çizmeden de edemeyeceğim. Bu söylenenlerden hareketle, kimse Aleviliği Budizm veya Hinduizm içinde görmek gerektiğini söylediğim sonucu çıkarmamalıdır. Nasıl ki Budizm tüm yakınlığı ve benzerliklerine rağmen Hinduizm içinde görülmüyorsa, Aleviliği de bunlardan birinin içinde görmek gerekmiyor.
Aleviliği, özelikle de yaşayan Aleviliği gözden kaçırmadığımız ve önyargılı tespitlerden uzak durduğumuzda, Aleviliği anlamak ve değerlendirmekte daha doğru bir yaklaşım içinde olabiliriz. Hangi neden veya kaygılarla olursa olsun Aleviliği İslam içinde görmek, göstermek, başta Aleviliğe ve Alevilere zarar verecek bir yaklaşım olur. Tam da bu yaklaşım ve değerlendirmeler, Aleviliğin asimile edilmesinin önünü açar ve ona olanak verir. Bu yüzden kolaycı yaklaşım ve acele tespitlerden uzak durarak kendi söylediğimizin en doğru ve Aleviliği her yönü ile tanımlayan tartışmaları sonlayan olduğunu düşünmeden, diğer görüşlere kendimizi kapatmadan, bu akademik tartışmanın çok daha derin ve çok yönlü bilimsel olarak yürütülmesinin doğru olacağını unutmamalıyız.
http://www.hkaya.com
#2
Alevilik'te Allah korkusu yoktur. Allah2a yapacağı kötülüklerden dolayı inanılmaz. Allah inancı vardır. Din korkusu, cennet, cehennem korkusu yoktur. Herşey insandadır.
Kuran'ın Bakara suresinde Tanrı'nın dediği gibi; Tanrı insana şahdamarından daha yakındır.
"Size şahdamarımdan daha yakınım"
Bakara Suresi
Herşey insandadır. Her şey insanın kalbinde saklıdır. " Hak ademdedir" Ademden başka yerde Tanrı 'yı aramak boşunadır. "İnsan kıbledir." Pir Sultan Abdal'ın dediği gibi
"İnsan secde edilecek makamdır, mihraptır." Alevilere göre; "İnsan konuşan Kuran'dır" Hz. Ali " ben Kuran-ı Natık'ım." Yani " konuşan Kuran'ım" demiştir.