Gönderen
Admin - 05-10-2005 23:24
#1
Şafak Altun
Orta Asya Türkleri çeşitli inançlara sahiptiler; İlkel komunal toplumlar da görülen Totemizm, Animizm, Natürizm gibi ilk inanç ögeleri yanında, Asya da yaygın Şamanizm, Mani inancı, Buddhacılık, Zerdüşlük, daha sonraları Hırıstiyanlık ve Musevilik, en son olarakta İslam dinini benimsemişlerdir. Orta Asya dan Anadolur17;ya kadar devam eden ve yüz yıllarca süren bir göç süreci ve Anadolu kültürlerinin zenginliği, Türklerin inançlarını oldukça etkilemiştir. Ardı arkası kesilmeyen Arap saldırıları sonucu Türkler İslamı kabul etseler de eski inançları olan Asya dinleri ve Anadolu ön kültürleriyle etkileşmeler olmuştur.
Anadolu İslamının temeli; şeriata dayalı olmayan, hakikata dayanan, Babalar, Yeseviler, Kalenderiler, Haydariler, Hurufiler, Dervişler ve Mürşitler tarafından atılmıştır. Anadolu İslamı başlangıçta sevgiyi, hoşgörüyü, barışı, kadın erkek eşitliğini ve dostluğu ilke edinmiştir. Tamda bu yönüyle, Arap katı İslam anlayışından çok farklıdır. Çağının ünlü mutasavıflarından Ahmet Yesevi dergahında eğitim gören Hacı Bektaşi Veli Anadolur17;ya barış ve dostluk düşünceleriyle gelir. Anadolu Selçuklu Sultanlarının adaletsizliğine karşı başlayan Babailer isyanında düşünsel düzeyde önemli roller oynamıştır.
Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu ve ilk dönemlerinde Anadolu İslamın da köklü bir şekilde var olan hoşgörü, insan sevgisi ve dostluk; Hacı Bektaşi Veli, Mevlana ve Yunus Emre nin şiir ve eserleriyle günümüze kadar taşınmış en güzel örneklerdir. İlk Osmanlı hükümranlarının, özellikle Ertuğrul Bey, Osman Gazi ve Orhan Beyin, Alevi-Bektaşi Babalarıyla çok yakın ilişkileri vardı.(1) Selçuklular Mogolların buyruğuna katılınca, Osman Gazi(1258-1326) Mogollara bağımlı olmak istemeyen Alevi-Bektaşi, Ahi Dedelerin desteğini alarak 1299 da bağımsızlığını ilan etti. Orhan Gazi (1288-1360) döneminde kurulan Yeniçeriocağı Hacı Bektaşi Velinin himayesine verildi. Orhan Gazinin oğlu 1.Murat (1326-1389) aynı ilişkileri devam ettirmiştir. Osmanlının, Anadolu Alevi-Bektaşi Türkleriyle arasının açılması Yıldırım Beyazıt (1360-1402) döneminde başlar. Şeyh Bedreddin taraftarı Musa Çelebinin, kardeşi 1.Mehmet Çelebiye yenilmesiyle yayılan düşmanlık, Fatih ve Yavuz Sultan Selimle kan seline dönüşür. Artık Türkleri dışlayan Fatih Sultan Mehmet (1451-1481), saraya ve önemli noktalara genellikle devşirmeleri, Türk olmayanları yerleştirir. devlet sisteminde ki kozmopolitik ve yayılmacı tutum; ayrıca devletin sünni saltçılıkla başlatılan mezhepçi anlayış, Yavuz Sultan Selimle (1512-1520) doruk noktasına ulaşır. Osmanlı Patişahlarının kendi halkına yönelik bilakis Yavuzla başlattığı baskı ve şiddet politikası; ekenomik bunalımlar, ağır vergiler, yokluk, açlık ve kıtlık Anadolu insanlarını isyana, başkaldırıya zorlar. Bu İsyanlar da on binlerce Alevi-Bektaşi, Celali ve Türkmen kılıçtan geçirilir. Şah İsmailin üzerine giden Yavuz Sultan Selim Anadoluda hiç bir Türk bırakmamak için ant içer ve 40 bin Türkmenin başı kesilir.
İlk başlarda Hanefilik, Nakşibendilik Ahmet Yesevi yoluna bağlı iken zamanla Patişahların da desteğiyle sünni Arap tarikatının takipçisi olmaya başlarlar. Bu tarikatlar başlangıçta Anadoluda pek yaygın olmasa da önce Fatih daha sonra Yavuz la güçlendirilmeye, bilakis devşirmelirin yol boylarında ki şehir ve kasbalara yerleştirilmesiyle, diğer tarikatların korkarak bu tarikatı benimsemesiyle üstünlük kazanmaya başlarlar. Hoşgörü ve insan sevgisi yerini katı islamı kurallara bırakır. Fatih Sultan Mehmet İstanbulu alınca, devlet görevlerini daha dinsel kılıflara sokmaya ve daha güçlü bir devlet dini oluşturmaya soyunur ve yetkisini katı sünni kurallarıyla pekiştirmek ister. İstanbul da oluşturduğu Şeyhülislamlık makamı patişahın fetvalarını onaylayarak devlet ile din, hukuk ile şeriat özdeştirilmeye başlanır. Yavuz Sultan Selim halifelik görevini alınca, katı dini kurallar yeni görev ve kurumlarla resmileştirilmeye başlar. Hakikatı ilke edinen Anadolu İslamı, Patişahların bakısıyla şeriata yönlendirilir. Bu noktadan sonra eski hoşgörü anlayışı yerini arap kökenli katı kurallara bırakır. Patişahların her kanun için Şeyhülislamların fetvasını almayı istemeleri, bu kurumun değerini çok artırmıştır. r16; Şeyhülislamın Osmanlı döneminde yönetim ve kültür hayatında ki etkisi 2 açıdan ele alınabilir. İlmiye sınıfının başı olarak yönetimi denetleme biçminde olmasada onu gözlemek ve yönlendirmeye çalışmak. Bunun dışında yönetimin ve Müslüman bireylerin başvurularını şeriata göre değerlendirip yanıtlamak... Bu kararları verirken askeri oteriteyi de gözetirlerdi r16; Türk Kültür Tarihi,s129, Şerafettin Turan. Bu kurumun son fetvaları Anadoluda Kurtuluş Savaşını örgütleyen Mustaf Kemal ve arkadaşlarına karşı olmuştur. Onların birer asi oldukları, tutuklanıp öldürülmeleri istenmiştir. Osmanlı toplumunda eğitimden ekenomiye kadar artık bir çok konuda -günümüzde ki Diyanet İşlerinin ilk örneği olan- Şeyhülislamların fetvası gerkiyordu. 1876 Anayasasıyla Divan-ı Hümayın yerine meclis ve bakanlıklar oluşturuldu ve Şeyhülislamlar meclis üyesi oldular. 1867 de Danıştay (Şura yı Devlet) ve 1916 da Maarif ( milli eğitim) bakanlığı oluşunca Şeyhülislam kurumunun yetkileri azaltılmış ve 1922 lerde ise tümden yok olmuştur. Dinde çürümeyi bereberinde getiren Şeyhülislam kurumu, maalesef 3 Mart 1924 de Diyanet İşleri Bakanlığı adıyla yeniden kurulmuştur.
Bazı yönleriyle eski kalıbının aynısı olmasada, ana görevleriyle Şeyhülislamlık kurumunu yansıtan Diyanet İşleri Bakanlığı, Cumhuriyetin sırtında ki kamburlarından en önemlisidir. Ve Anadolu da HOŞGÖRÜ yü yeniden yaratmak için Türkiye Cumhuriyeti bu kamburu yeni reformlarla düzeltmek zorundadır. Devlet artık tüm vatandaşlardan aldığı vergilerle yalnız Sünni tarikatını -Diyanet İşlerini- destekleme politikasını değiştirmelidir. Ülkemizde ki diğer inanç kurumlarını rencide eden bu yanlış politika biran önce değiştirilmek zorundadır. Devletin din için ayırdığı para dondurulmalı, her inanç kurumunun inanmış gönüllü bireyleri Cami ise Camisini, Kilise ise Klisesini, Cemevi ise Cemevini kendisi finanse etmelidir. Devletin dini olmaz, devlet her dine eşit davranmak zorundadır. Demokrasinin bu buvarında Cumhuriyet bu sorunu çözebildiği kadarıyla, demokratik gücünü kanıtlamış olacaktır. Bu adım atılmadan demokrasi teraneleri boş laf olarak kalacaktır.
#2
Şafak Altun
Orta Asya Türkleri çeşitli inançlara sahiptiler; İlkel komunal toplumlar da görülen Totemizm, Animizm, Natürizm gibi ilk inanç ögeleri yanında, Asya da yaygın Şamanizm, Mani inancı, Buddhacılık, Zerdüşlük, daha sonraları Hırıstiyanlık ve Musevilik, en son olarakta İslam dinini benimsemişlerdir. Orta Asya dan Anadoluya kadar devam eden ve yüz yıllarca süren bir göç süreci ve Anadolu kültürlerinin zenginliği, Türklerin inançlarını oldukça etkilemiştir. Ardı arkası kesilmeyen Arap saldırıları sonucu Türkler İslamı kabul etseler de eski inançları olan Asya dinleri ve Anadolu ön kültürleriyle etkileşmeler olmuştur.
Anadolu İslamının temeli; şeriata dayalı olmayan, hakikata dayanan, Babalar, Yeseviler, Kalenderiler, Haydariler, Hurufiler, Dervişler ve Mürşitler tarafından atılmıştır. Anadolu İslamı başlangıçta sevgiyi, hoşgörüyü, barışı, kadın erkek eşitliğini ve dostluğu ilke edinmiştir. Tamda bu yönüyle, Arap katı İslam anlayışından çok farklıdır. Çağının ünlü mutasavıflarından Ahmet Yesevi dergahında eğitim gören Hacı Bektaşi Veli Anadoluya barış ve dostluk düşünceleriyle gelir. Anadolu Selçuklu Sultanlarının adaletsizliğine karşı başlayan Babailer isyanında düşünsel düzeyde önemli roller oynamıştır.
Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu ve ilk dönemlerinde Anadolu İslamın da köklü bir şekilde var olan hoşgörü, insan sevgisi ve dostluk, Hacı Bektaşi Veli, Mevlana ve Yunus Emre nin şiir ve eserleriyle günümüze kadar taşınmış en güzel örneklerdir. İlk Osmanlı hükümranlarının, özellikle Ertuğrul Bey, Osman Gazi ve Orhan Beyin, Alevi-Bektaşi Babalarıyla çok yakın ilişkileri vardı.(1) Selçuklular Mogolların buyruğuna katılınca, Osman Gazi(1258-1326) Mogollara bağımlı olmak istemeyen Alevi-Bektaşi, Ahi Dedelerin desteğini alarak 1299 da bağımsızlığını ilan etti. Orhan Gazi (1288-1360) döneminde kurulan Yeniçeriocağı Hacı Bektaşi Velinin himayesine verildi. Orhan Gazinin oğlu 1.Murat (1326-1389) aynı ilişkileri devam ettirmiştir.
Osmanlının, Anadolu Alevi-Bektaşi Türkleriyle arasının açılması Yıldırım Beyazıt (1360-1402) döneminde başlar. Şeyh Bedreddin taraftarı Musa Çelebinin, kardeşi 1.Mehmet Çelebiye yenilmesiyle yayılan düşmanlık, Fatih ve Yavuz Sultan Selimle kan seline dönüşür. Artık Türkleri dışlayan Fatih Sultan Mehmet (1451-1481), saraya ve önemli noktalara genellikle devşirmeleri, Türk olmayanları yerleştirir. devlet sisteminde ki kozmopolitik ve yayılmacı tutum, ayrıca devletin sünni saltçılıkla başlatılan mezhepçi anlayış, Yavuz Sultan Selimle (1512-1520) doruk noktasına ulaşır.
Osmanlı Patişahlarının kendi halkına yönelik bilakis Yavuzla başlattığı baskı ve şiddet politikası, ekenomik bunalımlar, ağır vergiler, yokluk, açlık ve kıtlık Anadolu insanlarını isyana, başkaldırıya zorlar. Bu İsyanlar da on binlerce Alevi-Bektaşi, Celali ve Türkmen kılıçtan geçirilir.
Şah İsmailin üzerine giden Yavuz Sultan Selim Anadoluda hiç bir Türk bırakmamak için ant içer ve 40 bin Türkmenin başı kesilir.
İlk başlarda Hanefilik, Nakşibendilik Ahmet Yesevi yoluna bağlı iken zamanla Patişahların da desteğiyle sünni Arap tarikatının takipçisi olmaya başlarlar. Bu tarikatlar başlangıçta Anadoluda pek yaygın olmasa da önce Fatih daha sonra Yavuz la güçlendirilmeye, bilakis devşirmelirin yol boylarında ki şehir ve kasbalara yerleştirilmesiyle, diğer tarikatların korkarak bu tarikatı benimsemesiyle üstünlük kazanmaya başlarlar. Hoşgörü ve insan sevgisi yerini katı islamı kurallara bırakır.
Fatih Sultan Mehmet İstanbulu alınca 1453, devlet görevlerini daha dinsel kılıflara sokmaya ve daha güçlü bir devlet dini oluşturmaya soyunur ve yetkisini katı sünni kurallarıyla pekiştirmek ister. İstanbul da oluşturduğu Şeyhülislamlık makamı patişahın fetvalarını onaylayarak devlet ile din, hukuk ile şeriat özdeştirilmeye başlanır. Yavuz Sultan Selim halifelik görevini alınca, katı dini kurallar yeni görev ve kurumlarla resmileştirilmeye başlar.
Hakikatı ilke edinen Anadolu İslamı, Patişahların bakısıyla şeriata yönlendirilir. Bu noktadan sonra eski hoşgörü anlayışı yerini arap kökenli katı kurallara bırakır.
Patişahların her kanun için Şeyhülislamların fetvasını almayı istemeleri, bu kurumun değerini çok artırmıştır. Şeyhülislamın Osmanlı döneminde yönetim ve kültür hayatında ki etkisi 2 açıdan ele alınabilir. İlmiye sınıfının başı olarak yönetimi denetleme biçminde olmasada onu gözlemek ve yönlendirmeye çalışmak. Bunun dışında yönetimin ve Müslüman bireylerin başvurularını şeriata göre değerlendirip yanıtlamak... Bu kararları verirken askeri oteriteyi de gözetirlerdi Türk Kültür Tarihi,s129, Şerafettin Turan.
Bu kurumun son fetvaları Anadoluda Kurtuluş Savaşını örgütleyen Mustaf Kemal ve arkadaşlarına karşı olmuştur. Onların birer asi oldukları, tutuklanıp öldürülmeleri istenmiştir.
Osmanlı toplumunda eğitimden ekenomiye kadar artık bir çok konuda günümüzde ki Diyanet İşlerinin ilk örneği olan Şeyhülislamların fetvası gerkiyordu. 1876 Anayasasıyla Divan-ı Hümayın yerine meclis ve bakanlıklar oluşturuldu ve Şeyhülislamlar meclis üyesi oldular. 1867 de Danıştay Şura yı Devlet, ve 1916 da Maarif, Milli Eğitim, bakanlığı oluşunca Şeyhülislam kurumunun yetkileri azaltılmış ve 1922 lerde ise tümden yok olmuştur.
Dinde çürümeyi bereberinde getiren Şeyhülislam kurumu, maalesef 3 Mart 1924 de Diyanet İşleri Bakanlığı adıyla yeniden kurulmuştur.
Bazı yönleriyle eski kalıbının aynısı olmasada, ana görevleriyle Şeyhülislamlık kurumunu yansıtan Diyanet İşleri Bakanlığı, Cumhuriyetin sırtında ki kamburlarından en önemlisidir. Ve Anadolu da HOŞGÖRÜ yü yeniden yaratmak için Türkiye Cumhuriyeti bu kamburu yeni reformlarla düzeltmek zorundadır!..
Devlet artık tüm vatandaşlardan aldığı vergilerle yalnız Sünni tarikatını, Diyanet İşlerini destekleme politikasını değiştirmelidir. Ülkemizde ki diğer inanç kurumlarını rencide eden bu yanlış politika biran önce değiştirilmek zorundadır. Devletin din için ayırdığı para dondurulmalı, her inanç kurumunun inanmış gönüllü bireyleri Cami ise Camisini, Kilise ise Klisesini, Cemevi ise Cemevini kendisi finanse etmelidir. Devletin dini olmaz, devlet her dine eşit davranmak zorundadır. Demokrasinin bu bulvarında Cumhuriyet bu sorunu çözebildiği kadarıyla, demokratik gücünü kanıtlamış olacaktır. Bu adım atılmadan demokrasi teraneleri boş laf olarak kalacaktır.