Konu Başlığı: Köçek Kömü Köyü Sitesi :: Dil Bilinci ve Gençlik
#1
Sevgili Dostlar,
Geçtiğimiz 27 ve 28 Eylül günleri; Türkiyenin öteki büyük kentlerinde olduğu gibi Ankara'da da Dil Bayramı olarak kutlandı.
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nin konferans solununda yapılan etkinlikte, yeni kuşak Köçekkömülülerden bir kızımız da kürsüde yer konuşmacılar arsındaydı.
O yüzden, izleyenler arasında en mutlu kişilerden biriydim.
Özlem İbiş, gerek tavırları gerekse söylemiyle en dikkat çeken genlerden biri hatta birincisiydi. Annesiyle birlikte izlediğimiz Özlem'i yaptığı konuşmadan dolayı kutlamayan kalmadı.
Aşağıda o kunuşmanın geniş bir özetin bulacaksınız.
Kızımızı, daha nice başarıların altında imzasını görmek umuduyla kutluyorum.
Sayın Dekan, Başkanım,
Değerli Öğretim Üyeleri, Dil Severler, Sevgili Arkadaşlarım,
Ulu önder, Mustafa Kemalin öncülüğünde 26 Eylül 1932 de Türk Dili Tetkik Cemiyetinin Türkçe Kurultay adıyla dilimiz, Türkçemiz, için toplanmasının üzerinden bugün yetmiş beş yıl geçmiştir. Yetmiş beş yıl öncesinin anlayışıyla, sağduyusuyla bugün burada bizlere söz hakkı tanınması mutluluk vericidir. Bilindiği gibi bütün halkımız yetmiş beş yıl önce Türk Dili Tetkik Cemiyeti´nin doğal üyesiydi ve herkesin orada söz söyleme hakkı vardı.
Bilginin bilgisizliğe, niteliğin niteliksizliğe, aklın basmakalıp düşünceye yenik düştüğü şu zamanlarda her önüne gelen 'özgürlük' kavramının arkasına sığınıp Türkçemizi katlederken bizlere düşüncelerimizi sunarak, tartışma fırsatı tanıyan Dil Derneğine ve ev sahipliği yapan Ankara Üniversitesine çok teşekkür ederiz.
Hayatımızın her alanına hükmetmeye başlayan küreselleşme belki de en çok dilimize, benliğimize zarar vermeye başladı. Değişen dünyanın vazgeçilmez unsurları olarak bize sunulan bu anlayış doğrultusunda çocuklarımıza küçük yaşta dil bilincimizi kazandırmak yerine onları bye-bye larla uğurluyoruz. Bu durum artık öyle komik bir hale geldi ki kendimden iki kuşak öncesinden bir büyüğümle konuşurken zamanla değişime uğrayarak anlam iyileşmesi geçirmiş Türkçe bir sözcük kullandığımda yadırganıyorum; ama bye-bye dediğimde sanki bu sözcük Türkçenin malıymış gibi yadırganmıyor, doğal karşılanıyorum.
Son zamanlarda genellikle İngilizce eğitim veren anaokulları tercih edilmeye başladı. Doğal olarak ki bu okullara giden çocuklarımızın belleği İngilizce sözcüklerle doluverdi. Bu da gösteriyor ki aileler iyi bir eğitimi İngilizce öğrenmekle eşdeğer görüyor ve çocuklarının, anadillerini güzel kullanma becerilerinden çok İngilizceyi güzel kullanma becerileriyle övünüyorlar. Bu sözlerimden yabancı dil öğrenimine karşı olduğum çıkarılmasın. Hiç kuşkusuz yabancı dil hatta diller bilmeliyiz; ancak öncelikle düşlerimizi gördüğümüz, hayallerimizi kurduğumuz dilimizi, anadilimizi, doğru öğrenmeliyiz.
Bu şekilde yetişen bir nesil dolayısıyla toplumsal, kültürel ve ekonomik alanların tamamında İngilizce sözcükler kullanarak anadiline zarar verirken hızla bireyi olduğu toplumdan uzaklaşmaya, bizleri birbirimize bağlayan ve sağlıklı bir iletişim kurmamızın anahtarı olan güzel Türkçeyi unutmaya başlıyor. Türkçemizi doğru kullanmaya çalışmamız çoğu zaman arkadaşlarımızca gülünç karşılanıyor. 'Msn' yi 'em-es-en', 'e-posta'yı 'e-mail' olarak seslendirmedikçe 'geri kafalı, çağdışı, dinozor' olarak nitelendiriliyoruz. İşte bunun sonucunda toplumsal yapıdaki ortak acıları, mutlulukları paylaşabilmemizi sağlayan dil unsuru yara almış oluyor.
Kendi dilinin güzelliklerini öğrenemeyen ve dolayısıyla kullanmayan bir kuşağın edebi, sanatsal ve kültürel zevki de değişiveriyor. Artık 'Kuşlar telgrafın tellerine, unutulmaya yüz tutmuş şarkılarda konabiliyor ancak.' 'Eline, beline, diline sahip ol' sözleri öğüt veren kitapların sararan yaprakları arasında okunmak için can atıyor.
Konuşmamızda Türkçeyi doğru ve güzel kullanmaktan söz ettik. Peki, ama biz Türkçeyi doğru öğretebiliyor muyuz? Bence öncelikle üzerinde durmamız gereken konu bu. Anadilimiz Türkçeyi ilkokuldan lise son sınıfa kadar öğreniyoruz; ancak ÖSS sonuçları Türkçe açısından iç karartıcı.
Üniversiteye daha yeni başlamıştım ki, 'Bu zamana kadar öğrendiğiniz Türkçeyi unutun.' gibi bir cümleyle karşılaştım. İlk önce öğretmenimize karşı çıktık. 'Biz bu kadar sene böyle öğrendik, siz bize yanlış öğretiyorsunuz.' Dedik; ancak zaman bizi haksız çıkardı. Demek istediğim şu ki öncelikle Türkçemizi doğru öğretebileceğimiz bir dilbilgisi kitabı oluşturulmalı. Şu an piyasada olan kitaplara baksanız hepsi geçmişte yazılan ve o dönemlerde ilk olduğu için önemli sayılan kitapların benzerleri. Yeni kurallara göre yazılmış kitaplar da var ancak bunlarda sadece rafta kalıyor, dersliklerden içeri giremiyor. Şu an okutulan kitapları incelediğinizde birçok tanımın yanlış ya da eksik olduğunu görürsünüz. Net tanımlar yapamıyorsanız, kavramları öğrencinin bilincinde belirginleştiremiyorsanız, durup düşünmeli, doğrusunu ortaya koymalısınız.
Türkçeyi doğru öğrenemeyen kuşak ilerde bakkalını; markete, süpermarkete hatta hipermarkete dönüştürebilir. Niye şaşırıyorsunuz? Oturup arkadaşlarımızla sohbet ettiğimiz yerler 'Céfe de Şıkıdım' şeklinde ne idüğü belirsiz sözcüklerle, kuralsızlığın aynası olan isimlerle adlandırılabilir.
Dükkân isimlerinde kendisini açık bir şekilde gösteren yabancı sözcük istilasını, gerçek hayata dair somut bir araştırmanın verilerinden yararlanarak dikkate sunmaya çalışacağım.
2006 yılında üniversitemiz öğrencileri tarafından yapılan bir araştırma söz konusudur. Bu araştırmada iki farklı öğrenci grubu, Ankaranın Etimesğut ilçesindeki ve Ankarar17;nın gözde semtlerinden biri olan Bahçelievler deki dükkân isimlerinde Türkçe ve yabancı dil kullanımına dair bir sormaca uygulamışlardır. Yapılan sormacanın sonuçları; sormaca yapılan kişilerin eğitim durumu, yabancı dil bilgisi, Türkçeye bakış açısı gibi birtakım unsurları da içeren bir şekilde şöyledir:
1. Etimesğutta yapılan araştırmaya göre 23 dükkândan 22 si Türkçe, 1 i ise Arapça bir sözcükle adlandırılmıştır. Dükkânlara Alnıaçıklar, Karakoç, Demirhan, Ezgi gibi Türkçe adlar verilmiştir.
2. Bahçelievler de yapılan araştırmaya göre ise 25 dükkândan yalnızca üçü Türkçe bir sözcükle adlandırılmıştır. Bahçelievler deki 'Veroni, Diwaj, Pampero, Tea House' gibi dükkân adları, yabancı dilden alınan sözcüklerden bazılarıdır.
3. Etimesğut taki dükkân sahiplerinin öğrenim durumları ortaokul veya lise seviyesinde iken Bahçelievlerr17;deki dükkân sahiplerinin çoğu lise ve üniversite öğrenimi görmüştür. Bu durum çok çarpıcıdır. Aslında eğitim süreci uzadıkça dil bilincinin gelişmesi gerekirken tam tersi olmuştur. Türkçe kullanımına gereken hassasiyet gösterilmemiştir.
4. Sormaca sonuçlarına göre diyebiliriz ki Bahçelievlerr17;deki dükkân sahipleri dükkânları için yabancı dilden seçilmiş bir sözcük kullandıklarında, insanların zihninde, verdikleri hizmetin veya sattıkları ürünün kaliteli olduğuna dair çağrışımlar yarattıklarını düşünmektedirler. Diğer bir ifadeyle vatandaşlarımız kalite ile yabancı sözcükleri özdeşleştirmişlerdir. Hatta sormacada bazı dükkân sahipleri Türkçe isimleri ve Türkçe markaları küçümsemişlerdir.
5. Etimesğut taki esnaflara yönelttiğimiz, 'Sizce iş yeri isimleri neden Türkçe olmalı?' sorusuna: 'Milli değerlerimizi korumak amacıyla Türkçe isim tercih ediyoruz. Ayrıca Türkçe isimler akılda daha kalıcı oluyor. Türkiye de yaşıyorsak Türkçe isim vermeliyiz' şeklinde cevaplar gelmiştir.
6. Bahçelievler deki esnafın çoğu yabancı dillere ait sözcüklerin daha çok müşteri çektiğine inanırken Etimesğut taki esnafın çoğu ise iş yerlerine yabancı dilden adlar vermenin müşteri çekmeyeceğine, daha çok verilen hizmetin kalitesinin müşteriyi ilgilendirdiğine inanmaktadır.
7. Bahçelievler deki esnafın 7 si dükkânını yabancı sözcükle adlandırdığı halde sözcüğün hangi dile ait olduğunu ve ne anlama geldiğini bilmemektedir. Bu durum da yabancı sözcük kullanımındaki bilinçsizliğin açık göstergelerinden biridir.
Sormaca ile ilgili buna benzer sonuçları sıralamamız mümkün; fakat zaman dolayısıyla ve zihnimizde 'yabancı sözcük kullanımı' ile ilgili somut bir tablo oluştuğunu düşünerek burada son veriyorum.
Peki, bütün bu durumlar için çözüm ya da çözümler nelerdir?
Öncelikle toplumumuzda 'Batılılaşma' kavramının boyutları tartışılmalı ve Batılılaşmadan ne anlamamız gerektiği yönünde yol gösterici çalışmalar yapılmalı. Yanlış batılılaşmanın önüne geçilerek 'çağdaşlaşmanın' yerel olanın evrenselleştirilmesi anlamına geldiği halkımıza anlatılmalıdır.
Hiçbir dil doğası gereği bilim dili, sanat dili olarak oluşmaz. O dili bilim dili, sanat dili yapmak bireylerin elindedir. Eğer ki siz bilim üretebiliyorsanız, özgün sanat yapıtları ortaya koyabiliyorsanız diliniz bilim dili de sanat dili de olur. Buradan dile yön vermemiz olanaksız. Teknolojinin getirdiği sözcükler kimseyi dinlemez, elimizi çabuk tutup ortak akıl üretemezsek yabancı sözcükler dilimize dolar. Bu konuyla ilgili bir örnek vermek istiyorum. 'Dil Yarası' izlencesine konuk olan Mustafa Gazalcı, TBMM de oluşturulan Türkçe Komisyonun da verilen bir örneği izleyicilerle paylaşmıştı, ben de sizlerle paylaşmak istiyorum. 2003 yılında TC nin Başbakanı ve eşi Çin i ziyaret ediyorlar ve Çin Devlet Başbakanına sunmak üzere yanlarında fındık götürüyorlar. Çin Devlet Başkanı: 'Bu yiyeceği tanımaktan mutluluk duyduklarını ve yiyeceğe Çince de mutluluk veren yemiş anlamına gelen 'X' adını verdiklerini' söylüyor. Yani yeni sözcükleri, kavramları, nesneleri ancak gümrükteyken dilimizin söz varlığına uygun biçimde adlandırırsak bununla baş edebiliriz.
Bir diğer önemli konu da dile ideolojik bakmamalıyız. Bütün dünyada anadile önem verilirken bizim ülkemizde Türkçeyi savunmak yanlış yorumlanıyor.
Albert Camus: 'Ben anadilimin sınırlarında nöbet tutarım' demiyor mu?
Yine Dil Yarası izlencesinden bir örnek vermek istiyorum. Almanya da Türklerin yaşadığı bir yerde Türklere cep telefonu satan bir firma reklâmlarını Türkçe yapıyor ve bu durumu gören Almanlar ülkelerinde kendilerini yabancı hissettiklerini, reklâmların ne anlama geldiğini kendilerinin de anlamaları gerektiğini söyleyerek reklâmları kaldırtmışlar. Bu da demek oluyor ki biz kendi ülkemizde konuğuz.
Leibnitz: 'Bana eksiksiz bir dil verin, size büyük bir ulus yaratayım' diyor. Yeni yetişen kuşaklara öğrenim hayatları boyunca Türk edebiyatının seçkin eserleri okutularak sağlam ve güzel bir Türkçe kullanma becerisi kazandırılmalıdır.
Siyasilere ve üst düzey yöneticilere Türkçe sevgisi aşılanmalı. Meclis kürsülerinden kalkış yerine 'take-off', evet yerine 'okey' vb. duyulması engellenmeli.
Türkçe kullanımı ile ilgili bilinç kazandıracak bilimsel toplantılar ve halk söyleşilerinin sayısı artırılmalıdır.
Basın yayın organlarında kullanılan Türkçe sıkı denetime tabi tutulmalı ve Türkçemizin yara aldığı uygulamalara caydırıcı yaptırımlar getirmelidir.
Televizyon kanallarında Türkçe öğretimi ve kullanımı ile ilgili çocuklar ve gençler için programlara daha sık yer verilmelidir.
Üniversitelerin Türkçe topluluklarına daha çok fırsat verilmeli ve Türkçe bilincinin yerleşmesi için gerekli etkinlikler düzenlenmesinde işbirliği içinde olunmalı, topluluklar desteklenmelidir.
Son olarak ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürkün manevi mirası olan akıl ve bilimden başka öncü tanımayan bizler, öncülerimiz gibi kendimizden sonra gelen kuşaklara Dil Devriminin anlam ve önemini anlatmakla yükümlüyüz. Konuşmamı Atamızın,
'Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır' diyerek tamalıyor Dil Bayramımızın 75. yılının kutlu olmasını diliyorum.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Özlem İBİŞ
Başkent Üniversitesi
Felsefe ve Sosyal Bilimler Topluluğu
Düzenleyen:
Admin - 29-09-2007 21:35
#2
Sevgili Admin,
Yukardaki yazının yazılım farkından doğan sorunlarını ortadan kaldırmanızı diliyorum. Verdiğim zahmet için bağışlamanı dileyerek gözlerinden öperim.
#3
[quote]
celal ilhan yazdı:
Sevgili Dostlar,
Geçtiğimiz 27 ve 28 Eylül günleri; Türkiyenin öteki büyük kentlerinde olduğu gibi Ankara'da da Dil Bayramı olarak kutlandı.
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi nin konferans solununda yapılan etkinlikte, yeni kuşak Köçekkömülülerden bir kızımız da kürsüde yer alan konuşmacılar arsındaydı.
O yüzden, izleyenler arasında en mutlu kişilerden biriydim.
Özlem İbiş, gerek tavırları gerekse söylemiyle en dikkat çeken gençlerden biri hatta birincisiydi. Annesiyle birlikte izlediğimiz Özlem'i yaptığı konuşmadan dolayı kutlamayan kalmadı.
Aşağıda o kunuşmanın geniş bir özetin bulacaksınız.
Kızımızı, daha nice başarıların altında imzasını görmek umuduyla kutluyorum.
Sayın Dekan, Başkanım,
Değerli Öğretim Üyeleri, Dil Severler, Sevgili Arkadaşlarım,
Ulu önder, Mustafa Kemalin öncülüğünde 26 Eylül 1932 de Türk Dili Tetkik Cemiyetinin Türkçe Kurultay adıyla dilimiz, Türkçemiz, için toplanmasının üzerinden bugün yetmiş beş yıl geçmiştir. Yetmiş beş yıl öncesinin anlayışıyla, sağduyusuyla bugün burada bizlere söz hakkı tanınması mutluluk vericidir. Bilindiği gibi bütün halkımız yetmiş beş yıl önce Türk Dili Tetkik Cemiyeti nin doğal üyesiydi ve herkesin orada söz söyleme hakkı vardı.
Bilginin bilgisizliğe, niteliğin niteliksizliğe, aklın basmakalıp düşünceye yenik düştüğü şu zamanlarda her önüne gelen 'özgürlük' kavramının arkasına sığınıp Türkçemizi katlederken bizlere düşüncelerimizi sunarak, tartışma fırsatı tanıyan Dil Derneğine ve ev sahipliği yapan Ankara Üniversitesine çok teşekkür ederiz.
Hayatımızın her alanına hükmetmeye başlayan küreselleşme belki de en çok dilimize, benliğimize zarar vermeye başladı. Değişen dünyanın vazgeçilmez unsurları olarak bize sunulan bu anlayış doğrultusunda çocuklarımıza küçük yaşta dil bilincimizi kazandırmak yerine onları bye-bye larla uğurluyoruz. Bu durum artık öyle komik bir hale geldi ki kendimden iki kuşak öncesinden bir büyüğümle konuşurken zamanla değişime uğrayarak anlam iyileşmesi geçirmiş Türkçe bir sözcük kullandığımda yadırganıyorum; ama bye-bye dediğimde sanki bu sözcük Türkçenin malıymış gibi yadırganmıyor, doğal karşılanıyorum.
Son zamanlarda genellikle İngilizce eğitim veren anaokulları tercih edilmeye başladı. Doğal olarak ki bu okullara giden çocuklarımızın belleği İngilizce sözcüklerle doluverdi. Bu da gösteriyor ki aileler iyi bir eğitimi İngilizce öğrenmekle eşdeğer görüyor ve çocuklarının, anadillerini güzel kullanma becerilerinden çok İngilizceyi güzel kullanma becerileriyle övünüyorlar. Bu sözlerimden yabancı dil öğrenimine karşı olduğum çıkarılmasın. Hiç kuşkusuz yabancı dil hatta diller bilmeliyiz; ancak öncelikle düşlerimizi gördüğümüz, hayallerimizi kurduğumuz dilimizi, anadilimizi, doğru öğrenmeliyiz.
Bu şekilde yetişen bir nesil dolayısıyla toplumsal, kültürel ve ekonomik alanların tamamında İngilizce sözcükler kullanarak anadiline zarar verirken hızla bireyi olduğu toplumdan uzaklaşmaya, bizleri birbirimize bağlayan ve sağlıklı bir iletişim kurmamızın anahtarı olan güzel Türkçeyi unutmaya başlıyor. Türkçemizi doğru kullanmaya çalışmamız çoğu zaman arkadaşlarımızca gülünç karşılanıyor. 'Msn' yi 'em-es-en', 'e-posta'yı 'e-mail' olarak seslendirmedikçe 'geri kafalı, çağdışı, dinozor' olarak nitelendiriliyoruz. İşte bunun sonucunda toplumsal yapıdaki ortak acıları, mutlulukları paylaşabilmemizi sağlayan dil unsuru yara almış oluyor.
Kendi dilinin güzelliklerini öğrenemeyen ve dolayısıyla kullanmayan bir kuşağın edebi, sanatsal ve kültürel zevki de değişiveriyor. Artık 'Kuşlar telgrafın tellerine, unutulmaya yüz tutmuş şarkılarda konabiliyor ancak.' 'Eline, beline, diline sahip ol' sözleri öğüt veren kitapların sararan yaprakları arasında okunmak için can atıyor.
Konuşmamızda Türkçeyi doğru ve güzel kullanmaktan söz ettik. Peki, ama biz Türkçeyi doğru öğretebiliyor muyuz? Bence öncelikle üzerinde durmamız gereken konu bu. Anadilimiz Türkçeyi ilkokuldan lise son sınıfa kadar öğreniyoruz; ancak ÖSS sonuçları Türkçe açısından iç karartıcı.
Üniversiteye daha yeni başlamıştım ki, 'Bu zamana kadar öğrendiğiniz Türkçeyi unutun.' gibi bir cümleyle karşılaştım. İlk önce öğretmenimize karşı çıktık. 'Biz bu kadar sene böyle öğrendik, siz bize yanlış öğretiyorsunuz.' Dedik; ancak zaman bizi haksız çıkardı. Demek istediğim şu ki öncelikle Türkçemizi doğru öğretebileceğimiz bir dilbilgisi kitabı oluşturulmalı. Şu an piyasada olan kitaplara baksanız hepsi geçmişte yazılan ve o dönemlerde ilk olduğu için önemli sayılan kitapların benzerleri. Yeni kurallara göre yazılmış kitaplar da var ancak bunlarda sadece rafta kalıyor, dersliklerden içeri giremiyor. Şu an okutulan kitapları incelediğinizde birçok tanımın yanlış ya da eksik olduğunu görürsünüz. Net tanımlar yapamıyorsanız, kavramları öğrencinin bilincinde belirginleştiremiyorsanız, durup düşünmeli, doğrusunu ortaya koymalısınız.
Türkçeyi doğru öğrenemeyen kuşak ilerde bakkalını; markete, süpermarkete hatta hipermarkete dönüştürebilir. Niye şaşırıyorsunuz? Oturup arkadaşlarımızla sohbet ettiğimiz yerler 'Céfe de Şıkıdım' şeklinde ne idüğü belirsiz sözcüklerle, kuralsızlığın aynası olan isimlerle adlandırılabilir.
Dükkân isimlerinde kendisini açık bir şekilde gösteren yabancı sözcük istilasını, gerçek hayata dair somut bir araştırmanın verilerinden yararlanarak dikkate sunmaya çalışacağım.
2006 yılında üniversitemiz öğrencileri tarafından yapılan bir araştırma söz konusudur. Bu araştırmada iki farklı öğrenci grubu, Ankaranın Etimesğut ilçesindeki ve Ankarar17;nın gözde semtlerinden biri olan Bahçelievler deki dükkân isimlerinde Türkçe ve yabancı dil kullanımına dair bir sormaca uygulamışlardır. Yapılan sormacanın sonuçları; sormaca yapılan kişilerin eğitim durumu, yabancı dil bilgisi, Türkçeye bakış açısı gibi birtakım unsurları da içeren bir şekilde şöyledir:
1. Etimesğutta yapılan araştırmaya göre 23 dükkândan 22 si Türkçe, 1 i ise Arapça bir sözcükle adlandırılmıştır. Dükkânlara Alnıaçıklar, Karakoç, Demirhan, Ezgi gibi Türkçe adlar verilmiştir.
2. Bahçelievler de yapılan araştırmaya göre ise 25 dükkândan yalnızca üçü Türkçe bir sözcükle adlandırılmıştır. Bahçelievler deki 'Veroni, Diwaj, Pampero, Tea House' gibi dükkân adları, yabancı dilden alınan sözcüklerden bazılarıdır.
3. Etimesğut taki dükkân sahiplerinin öğrenim durumları ortaokul veya lise seviyesinde iken Bahçelievlerr17;deki dükkân sahiplerinin çoğu lise ve üniversite öğrenimi görmüştür. Bu durum çok çarpıcıdır. Aslında eğitim süreci uzadıkça dil bilincinin gelişmesi gerekirken tam tersi olmuştur. Türkçe kullanımına gereken hassasiyet gösterilmemiştir.
4. Sormaca sonuçlarına göre diyebiliriz ki Bahçelievlerr17;deki dükkân sahipleri dükkânları için yabancı dilden seçilmiş bir sözcük kullandıklarında, insanların zihninde, verdikleri hizmetin veya sattıkları ürünün kaliteli olduğuna dair çağrışımlar yarattıklarını düşünmektedirler. Diğer bir ifadeyle vatandaşlarımız kalite ile yabancı sözcükleri özdeşleştirmişlerdir. Hatta sormacada bazı dükkân sahipleri Türkçe isimleri ve Türkçe markaları küçümsemişlerdir.
5. Etimesğut taki esnaflara yönelttiğimiz, 'Sizce iş yeri isimleri neden Türkçe olmalı?' sorusuna: 'Milli değerlerimizi korumak amacıyla Türkçe isim tercih ediyoruz. Ayrıca Türkçe isimler akılda daha kalıcı oluyor. Türkiye de yaşıyorsak Türkçe isim vermeliyiz' şeklinde cevaplar gelmiştir.
6. Bahçelievler deki esnafın çoğu yabancı dillere ait sözcüklerin daha çok müşteri çektiğine inanırken Etimesğut taki esnafın çoğu ise iş yerlerine yabancı dilden adlar vermenin müşteri çekmeyeceğine, daha çok verilen hizmetin kalitesinin müşteriyi ilgilendirdiğine inanmaktadır.
7. Bahçelievler deki esnafın 7 si dükkânını yabancı sözcükle adlandırdığı halde sözcüğün hangi dile ait olduğunu ve ne anlama geldiğini bilmemektedir. Bu durum da yabancı sözcük kullanımındaki bilinçsizliğin açık göstergelerinden biridir.
Sormaca ile ilgili buna benzer sonuçları sıralamamız mümkün; fakat zaman dolayısıyla ve zihnimizde 'yabancı sözcük kullanımı' ile ilgili somut bir tablo oluştuğunu düşünerek burada son veriyorum.
Peki, bütün bu durumlar için çözüm ya da çözümler nelerdir?
Öncelikle toplumumuzda 'Batılılaşma' kavramının boyutları tartışılmalı ve Batılılaşmadan ne anlamamız gerektiği yönünde yol gösterici çalışmalar yapılmalı. Yanlış batılılaşmanın önüne geçilerek 'çağdaşlaşmanın' yerel olanın evrenselleştirilmesi anlamına geldiği halkımıza anlatılmalıdır.
Hiçbir dil doğası gereği bilim dili, sanat dili olarak oluşmaz. O dili bilim dili, sanat dili yapmak bireylerin elindedir. Eğer ki siz bilim üretebiliyorsanız, özgün sanat yapıtları ortaya koyabiliyorsanız diliniz bilim dili de sanat dili de olur. Buradan dile yön vermemiz olanaksız. Teknolojinin getirdiği sözcükler kimseyi dinlemez, elimizi çabuk tutup ortak akıl üretemezsek yabancı sözcükler dilimize dolar. Bu konuyla ilgili bir örnek vermek istiyorum. 'Dil Yarası' izlencesine konuk olan Mustafa Gazalcı, TBMM de oluşturulan Türkçe Komisyonun da verilen bir örneği izleyicilerle paylaşmıştı, ben de sizlerle paylaşmak istiyorum. 2003 yılında TC nin Başbakanı ve eşi Çin i ziyaret ediyorlar ve Çin Devlet Başbakanına sunmak üzere yanlarında fındık götürüyorlar. Çin Devlet Başkanı: 'Bu yiyeceği tanımaktan mutluluk duyduklarını ve yiyeceğe Çince de mutluluk veren yemiş anlamına gelen 'X' adını verdiklerini' söylüyor. Yani yeni sözcükleri, kavramları, nesneleri ancak gümrükteyken dilimizin söz varlığına uygun biçimde adlandırırsak bununla baş edebiliriz.
Bir diğer önemli konu da dile ideolojik bakmamalıyız. Bütün dünyada anadile önem verilirken bizim ülkemizde Türkçeyi savunmak yanlış yorumlanıyor.
Albert Camus: 'Ben anadilimin sınırlarında nöbet tutarım' demiyor mu?
Yine Dil Yarası izlencesinden bir örnek vermek istiyorum. Almanya da Türklerin yaşadığı bir yerde Türklere cep telefonu satan bir firma reklâmlarını Türkçe yapıyor ve bu durumu gören Almanlar ülkelerinde kendilerini yabancı hissettiklerini, reklâmların ne anlama geldiğini kendilerinin de anlamaları gerektiğini söyleyerek reklâmları kaldırtmışlar. Bu da demek oluyor ki biz kendi ülkemizde konuğuz.
Leibnitz: 'Bana eksiksiz bir dil verin, size büyük bir ulus yaratayım' diyor. Yeni yetişen kuşaklara öğrenim hayatları boyunca Türk edebiyatının seçkin eserleri okutularak sağlam ve güzel bir Türkçe kullanma becerisi kazandırılmalıdır.
Siyasilere ve üst düzey yöneticilere Türkçe sevgisi aşılanmalı. Meclis kürsülerinden kalkış yerine 'take-off', evet yerine 'okey' vb. duyulması engellenmeli.
Türkçe kullanımı ile ilgili bilinç kazandıracak bilimsel toplantılar ve halk söyleşilerinin sayısı artırılmalıdır.
Basın yayın organlarında kullanılan Türkçe sıkı denetime tabi tutulmalı ve Türkçemizin yara aldığı uygulamalara caydırıcı yaptırımlar getirmelidir.
Televizyon kanallarında Türkçe öğretimi ve kullanımı ile ilgili çocuklar ve gençler için programlara daha sık yer verilmelidir.
Üniversitelerin Türkçe topluluklarına daha çok fırsat verilmeli ve Türkçe bilincinin yerleşmesi için gerekli etkinlikler düzenlenmesinde işbirliği içinde olunmalı, topluluklar desteklenmelidir.
Son olarak ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürkün manevi mirası olan akıl ve bilimden başka öncü tanımayan bizler, öncülerimiz gibi kendimizden sonra gelen kuşaklara Dil Devriminin anlam ve önemini anlatmakla yükümlüyüz. Konuşmamı Atamızın,
'Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır' diyerek tamalıyor Dil Bayramımızın 75. yılının kutlu olmasını diliyorum.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Özlem İBİŞ
Başkent Üniversitesi
Felsefe ve Sosyal Bilimler Topluluğu
#4
Sevgili Şafak,
Yazının giriş bölümünde, "Dil Tarih Coğrafay Fakültesinde..." diye başlayan pragrafın ortalarında "Kürsüde yer alan konuşmacılar..." yerine, "kürsüde yer konuşmacılar..." demişim. O tümceyi de "Kürsüde yer alan olarak düzeltirsen sevinirim.
Bozuk metni silememek ne fena. Bir yolu yok mu?
İstersen hepsini sil yeni baştan gönderelim.