Gönderen
Admin - 18-09-2007 19:45
#1
Derleyen:
Celal İlhan
SÖZDE YENİ ANAYASANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
DEVRİMLERİN VE KARŞIDEVRİMLERİN ANAYASALARI
Dikkat edilirse, dayanıklı anayasalar hep devrimlerle gelmiştir.
Devrim, yeni bir toplum kurmak içindir.
Bu düzenlemenin temel siyasî ve hukukî metni anayasadır.
Karşıdevrimler de, kendi anayasalarını getirir. Bu anayasalar, tam yol tornistan emrini uygular; rotayı geriye çevirir.
Fransa en iyi örnektir. Devrimler ve karşıdevrimlerle cumhuriyetler kurulmuştur; cumhuriyetler devrilmiştir. Anayasalar da devletin yeniden kuruluşunu, yeni stratejik hedefe göre düzenler.
ANAYASA TARİHİMİZ
Türkiye'nin anayasa tarihi de öyledir. Millî demokratik devrimimiz, devrimler ve karşıdevrimlerle 150 yıldır devam ediyor. 1876, 1908, 1920, 1960 devrimci ataklarında dört anayasa yaptık.
Karşıdevrim ise, anayasa yapmaktan çok anayasa bozmuştur. Abdülhamit, Kanuni Esasi'ye bir yıl dayandı. ABD merkezli SüperNATO operasyonlarıyla tezgâhlanan 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri ise, önce 1961 Anayasası'nı kesti biçti; sonra 1982'de kendi anayasasını getirdi. Atatürk Devrimi'ni yıkan emperyalizm ve işbirlikçileri, 22 Temmuz 2007'de sandıktan çıkardıkları Turuncu Karşıdevrimle son hamlelerini gerçekleştirdiler. Bu hamle şimdi kendi anayasasını getirme girişimi içindedir.
1961'DE DEVRİMCİ CUMHURİYETİN TEMEL PROGRAMI ANAYASADAN ÇIKARILDI
1971'deki anayasa değişikliğinin başlangıcı, devrimin inişe geçtiği 1945 yılına kadar uzanır. İkinci Dünya Savaşı'nın sonu, bizde Atatürk Devrimi'nin sonunun başlangıcıdır. Arada bir 27 Mayıs 1960 var. 27 Mayıs, sürece bir itiraz gibi görünüyor; ancak bizi Atatürk'ten kalan mirasla buluşturamamıştır. 1961 Anayasası, Türkiye'yi Atatürk Devrimi temelinde yeniden örgütlemedi. 27 Mayıs 1960 Hareketi'nin Türkiye'yi bir krizden çıkardığı ve önümüzü açtığı doğrudur. Ancak Türkiye 1960 sonrasında Atatürk Devrimi rotasına girmedi.
1961 Anayasası'na baktığımız zaman Atatürk'ün program ve stratejisini göremiyoruz. En önemlisi, 1961 Anayasası, 1924 Anayasası'na 1937 yılında eklenen Cumhuriyetin temel niteliklerine yer vermedi. 1937 yılında Atatürk'ün önderliğinde Anayasaya konan 2. madde, Devrimin programını özetliyordu:
"Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve devrimcidir."
Bir de 27 Mayıs Anayasası'nın temel stratejisine bakalım:
"Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir."
1961'DE 1945 ANAYASASI YAPILDI
1961 değişikliğinin özeti, batılılaşmadır. Türk Devrimi'nin 1937 yılında ulaştığı tecrübe birikimini özetleyen, Altı Ok çıkarılmış ve emperyalist-kapitalist Batı ülkelerinin hemen hepsinde yer alan formül benimsenmiştir. Gerçi 1961 Anayasası, Demokrat Parti yönetimini deviren bir ihtilalle geldi, ancak Cumhuriyetin temel niteliklerini Kemalist Devrim'e göre değil, 1945'ten sonra girilen Atlantik sürecine göre belirledi.
1961 Anayasasının sosyal devleti, emperyalist-kapitalist Batı devletlerinin çözümüdür; halkçılık ve devletçilik ise, Ezilen Dünya devrimleri için model oluşturan Türk Devrimi'nin çözümüydü. Bizim Halkçılığımızın ve Devletçiliğimizin uluslararası beslenme kaynaklarına baktığımız zaman, orada Doğu Avrupa'nın Narodnizmini (Halkçılık) ve Sovyet Devrimi'nin kamuculuğunu görürüz. Demek ki, devletin temel nitelikleri konusundaki tavır değişikliği, 1945 sonrasındaki kamp değişikliğinin anayasal ifadesiydi.
DEVRİMLE ANAYASADAN ÇIKARTILAN DEVRİMCİLİK
1937 yılında Anayasanın 2. maddesine konan devrimcilik, 1961 yılında bir devrimle Anayasadan çıkarıldı. Demek ki 27 Mayıs Devrimi, kendi kökleriyle olan bağını doğru dürüst tanımlayamamıştır. Bir yandan Atatürk Devrimi'ne bağlıyız demiş, öte yandan Atatürk Devrimi'nin temel programını ve devrimciliğini anayasadan çıkarmıştır.
Peki Atatürk, o nitelikleri anayasaya niçin koymuştu? Bu sorunun üç sözcükten oluşan bir cevabı vardır:
Çünkü Atatürk devrimciydi.
KORKU ANAYASASI
Atatürkçülük, devrimciliktir ve eğer herhangi bir güç, kendisini Atatürk'e göre tanımlayacaksa, devrimciliğini göstermelidir. İşte İnönü dönemi, o devrimciliğin adım adım yitirildiği dönemdir. Doğal olarak inisiyatif Atlantik işbirlikçiliğine terkedilmiştir. CHP yönetiminin kendisi, zamanla Atlantik sistemine bağlanmıştır.
27 Mayıs Anayasası'nın altta kalma psikolojisi, arkada kalan 47 yılda, CHP'nin ruh halini belirlemiştir. Devrimden vazgeçen CHP için, iktidarsızlaşmak, demirbaş muhalefet rolünü kabullenmek ve buna göre biçimlenmek dışında bir yol kalmamıştı. Rejimin asıl sahipleri varken, onlara da rejimin muhalefeti olma rolü kalmıştı. O zamandan beri CHP'de üretilen iktidar formülleri ise, özetle Atatürk Devrimi'nin yüklerinden kurtulmak ve liberalleşmektir. Örneğin 1960'ların sonlarında keşfedilen Ortanın Solu ve Sosyaldemokrasi buydu. O hareket Ecevit önderliğinde "Reddi miras" tartışmasını getirdi. Atatürk mirası reddedilirse, halkla birleşilecek ve iktidar olunacaktı. İşte Turan Güneş'in teorisyenliğinde Ecevit ve Baykal'ların pratik katkılarıyla geliştirilen o tutumdan bugünkü CHP'ye gelindi. Altı Ok, en sonunda Deniz Baykal'ın "Babaannesinin resmi" olarak duvara asıldı.
BATI GÜDÜMLÜ LİBERALİZM YIKIM GETİRDİ
Artık bilanço yapmanın zamanıdır. Meğer Türkiye, Atatürk Devrimi rotasından çıkarsa, millî devlet yıkıma uğrarmış, egemenlik yabancılara devredilirmiş, vatan parçalanır ve millet bölünürmüş.
1945'lerde, 1960'larda sanılıyordu ki, Türkiye liberalizm yolundan da gidebilir; Halkçılık ve Kamuculuk yolunda da gidebilir. Oysa bugün apaçık meydana çıkmıştır ki, liberalizm denen yol Türkiye için bir tercih değil, fakat yıkımmış.
1940'lardan beri Türkiye'nin önündeki soru aslında şuydu: Ya Atatürk Devrimi'ne devam, ya Ölüm!
Devrimden vazgeçmenin karşılığı, yalnız devrimin ölümü değil, millî devletin, vatanın ve milletin ölümüdür.
ATLANTİKÇİ "MERKEZ SAĞ"IN VE ATLANTİKÇİ "MERKEZ SOL"UN İFLASI
İşte bugün görüyoruz, Batı güdümlü liberalizmi ve tutuculuğu yeğleyen merkez sağ partiler, en sonunda anahtarı AKP'nin Haçlı irticasına teslim ettiler.
Tutuculuk, tutuculuk olarak kalamadı, yerini ihanete bıraktı
Peki "merkez sol" dedikleri ne olmuştur? 1945'ten başlayarak, özellikle 1960'larda Ortanın Solu, derken Sosyaldemokrasi yoluyla merkez sağa benzemiştir ve en sonunda "merkez sağ" gibi AKP'leşmektedir. ABD ile işbirliği ve AB'ye üyelik, hepsinin ortak programıdır. Yani Turgut Özal-Tayyip Erdoğan'ların programını benimsemişlerdir. Atatürk Devrimi'nin Altı Ok'la ifade edilen temel programını terkedince, karşıdevrime teslim olmuşlardır. Bu nedenle AB´ye bağımlı "merkez sol" da, AKP'nin seçeneği olamıyor.
AKP'nin seçeneği, artık devrimdir; Kemalist Devrim'i tamamlamaktır; işe 1938'de kaldığımız yerden başlamaktır.
YA DEVRİM YA ÖLÜM
Bizim 19. yüzyılların ortalarında başlayan 150 yıllık tarihimizin özeti şudur: Ya devrim ya ölüm! Türkiye, bu millî demokratik devrim sürecinde ne zaman ölüm tehlikesiyle karşılaşsa, devrim yapmıştır. Devrimini tamamlayamadığı için, devlet, vatan, millet ve halkın yaşam davası, bugün yine büyük tehditle karşı karşıya gelmiştir.
Türkiye, ölmemek için yine devrim yapacaktır.
Düzenleyen:
Admin - 18-09-2007 19:47
#5
ANAYASA TARTIŞMALARI
Şafak Altun
Bir ülkenin karekterini belirleyen Anayasa, o ülkede yaşayan herkesi ilgilendirir. Ülkenin tamamını ilgilendiren böylesi temel yasalar yapılırken, değişik katmanların, sınıfların, grupların düşünceleride dinlenmelidir. Yok eğer biz demokrasi ve hoşgörüden uzaklaşmış yapılanmalırın tekelinde bir Anayasa hazırlama grubundan bahsediyorsak tartışmaya gerek dahi yoktur. Çünkü söylenen sözler boşa gidecek, böylesi çevreler herşeyi oldu bittiye getirerek amaçlarını topluma dayatacaklardır.
Bektaşiye sormuşlar şu Anayasa tartışmalarına sende katılırmısın? O da hayhay niçin olmasın demiş. Önce gidip şu Anama bi sorayım, meğer onun yasası yapılıyor, o ne diyecek. Koşmuş Anasına. Ana, Ana sen bu Anayasa için ne diyeceksin? Anası, vallahi oğlum ilk kez sen bana bu soruyu sordun, gelde seni anlından önce bi öpeyim. Yavrum bunlar bizi yine kandırmaktalar. Babayasa yaparken, adını yalandan Anayasa koymaktalar. Aman dikkatli ol, yine Ananı yakacaklar.
Gerçek söylecek olursak, herşey baştan yanlıştır. Yeni bir Anayasa asla yapılmayacaktır. Böyle bir beklenti içinde olanlar kendi kendini kandırmaktadır. Bu ülkenin Anayasası vardır. Bu yasanında olmazsa olmaz maddeleri taa ilk Anayasa ile belirlenmiştir. Ondan sonra bu Anayasa dönem dönem rafa kaldırılmış, didiklenmiş, rötüşlenmiş, boyanıp, cilalanıp, , tekrar halka haydi oylayın denmiş ve reforme edilmişdir, ama asla yeni bir Anayasa olmamıştır. Hep o eskinin reforme edilmiş şeklidir. Oligarşik şeflerimiz arasında ki iktidar dalaşmalarının, dönem dönem güçler dengesinde ki değişimlerin, Anayasal reformlara yansıması, yeni Anayasa olarak algılanmamalıdır.
Yeni Anayasa yeni bir devrimci dönüşüm sonrası oluşabilir. Devletin tanımı, özgürlüklerin tanımı, toplumsal sınıfların tanımı ve güçler dengesinin tanımı yeniden yazılmadıkça, yeni Anayasadan bahsetmek, öküz altında buzağı aramaya benzer. Bu körler korosundan uzak durarak aşşağıda, Anayasayı yeni reforme ederken, nelere dikkat etmemiz gerktiğini sıralamak istiyorum.
1.İnsan, Haklarıyla İnsandır ilkesinden hareketle, evrensel insan hakları beyannamesine bağlı kalmak koşuluyla, özgürlükler önünde ki engelleyici maddeler 301, vb. yeniden düzenlenmeldir. Yerli ve yabancı sermayenin özgürlüğü, çalışan yerli halkın özgürlüğünün üstünde olmamalıdır. Dengeler sağlanmadıkça, çalışanların örgütlenmesinin önüne 1982 lerde çekilen çin setleri yıkılmadıkça, toplumsal barış ve huzur olmayacağını hepimiz bilmekteyiz.
2.Bektaşi Anasının ifade ettiği gibi, eğer Anayasa reforme ediliyorsa, o zaman Babayasa yapılıyor gibi davranılmasın. Kadına türban getirilecekse, erkeğe de fes getirilsin, bunun adıda çağdaşlık değil gericiliktir densin. Yok gerici Anayasa yerine illa ki biz çağdaş bir yasa istiyoruz deniliyorsa, önce Türban olayına bir açıklık getirilsin. Ki bizde anya nerde konya nerde anlayalım.
3.Laik devlet kavramına net bir açıklık kazandırılmalıdır. Laik devletin himayesinde Diyanet İşleri bakanlığı olamaz. Din devletin içinden, devlette dinin içinden kovulmalıdır. Eğer bahaneleriniz varsa, kendinizi laik ilan etmeyin. Gerçek laiklikte din devletten, devlette dinden ayrıdır. Her din kendini özkaynaklarıyla finanse eder, devlet onları yurttaşlarının din özgürlüğü maddesine bağlı kalarak denetler.
4.Zorunlu din dersi Anayasadan hemen çıkartılmalıdır. Sonradan topluma zorla dayatılan bu madde, laiklik ilkesini kanserleştirmiş, toplumu sinsi ve gerici arap emperyalist kültürüne köleleştirmektedir. Devlet laik okullarda ancak ve ancak, tüm dünya dinleri ve felsefi görüşler tarihini işleyebilir. Cami hocasından, öğretmen yaratan anlayışlar, medreseye özenmektedir.
5.Türkiye toplumu gerekirse alanlara çağrılmalı, gerici, faşist ve ırkçı düzenlemeler dünyanın gözü önünde teşhir edilmelidir.