Konu Başlığı: Köçek Kömü Köyü Sitesi :: BİRAZ EDEBİYAT KONUŞALIM MI?

Gönderen celalilhan - 05-02-2011 10:27
#1

Söyleşen, Ayşe KAYGUSUZ
Ekin- Sanat Edebiyat Dergisi Adına

Toplumsal Gerçekçiliğin Yazarı
Celal İlhan la Söyleşi

Saygı duyduğum, değer verdiğim insanlardan birisiniz.
Bana göre saygıyı, sevgiyi, değeri, kişinin kendisi yaşam tarzıyla yaratır ve belirler. Ne dersiniz?

Saygın biri olmak, sevilmek, değer verilen kişi olmak için bilinçli bir yöntem izleyenler var mıdır bilemem. Böyle bir tutumun hesap, hatta kurnazlık içerdiğini düşünüyorum. Doğru bildiğinizi yapar, sonuçlarına katlanırsınız. Bu tutumunuzla, saygınlık kazanabileceğiniz gibi yalnızlaşabilirsiniz de. Göze almak gerekir. Hesaba, kitaba değil yaşama hangi açıdan baktığınıza, nereye varmak istediğinize bağlıdır her şey. Yaşadığı yere ve ortama uyum sağlamakta hünerli, rüzgâra göre yön değiştiren birinin çevresinde kümelenen kişiler de benzeri kişilerdir zaten. O tip insanların yalnız kaldığı pek görülmemiştir. Yalnız kalmaya göze alamayan insanın yapacağı tek şey güçlü birini bulup onun kanat altında yoksunluğunu, yetersizliğini gizleyebilmektir.
Böyle kimselerin saygın, aranan, sevilen biri olması beklenemez.

Yalın bir Türkçeyle yazılmış, keyifle okuduğum ve herkesin kendinden kesitler bulabileceği öyküleriniz var.
Nasıl başladı bu öykü merakı?

İçimize bakmak, bakabilmek işin başı ve sonudur bana göre. İçine bakamayan insanın yaratıcı işlerle ilgilenmesi boş bir çabadır. İçine bakmak tamam da içinde bir şey yoksa ne olacak? Hiçbir şey olmaz. Yaratıcı işlerle, ekinle, yazınsalla uğraşmak birikimle, bilinçle, duyarlıkla ve gözlemle yakından ilgilidir. İlk gençlik dönemini aşar aşmaz, zamanı nasıl kullanacağımıza, neyin / kimin yanında ya da karşısında olacağımıza karar vereceğiz. Geriye dönüp baktığımda, karar vermenin de çok karmaşık bir süreç olduğunu görüyorum. İçine doğduğumuz çevre, ekonomik / sosyal koşullar, ülke koşulları her biri aşılması gereken yüce dağlar gibi durur karşımızda. O dağları aşmadan, karşınıza çıkacak kimi devlerle vuruşmadan, ereğinize ulaşmanız, kalıcı eserler bırakmanız olası değildir.
Yazmamın asıl nedeni; gördüğüm haksızlıklar, yaşadığım acılar ve onların bende bıraktığı izler, etkilerdir. Her şeyi herkese anlatamaz, anlatsanız da dinletemezsiniz. Öyle bir noktada doğar yazma gereksinimi. Bu güçlü bir gereksinim ya da başkaldırıysa önünde duramaz ona teslim olursunuz.
Başıma gelenin böyle bir şey olduğunu düşünürüm hep.
Kimileri önemsemiyor olabilir ama arı Türkçeyle yazmak bana ayrı bir doyum sağlıyor diyebilirim.
İşin bir de doğası var sanırım.
Küçüklükten gelen eğilimler, yönelimler. Herkesin bir dönem şiir yazdığı, saz çalmaya merak sardığı söylenir de roman / öykü yazdığı söylenmez. Oysa ben 13-14 yaşlarımda bir roman yazıp bitirdiğimi söyleyebilirim. Bir arkadaşıma okumuştum yalnızca. İpucu sayılabilir mi bilmem?
Bir de doğuştan varsıl, her işi yolunda, bir eli yağda öteki balda yazarlarımız var.
Öylelerini ekinle, yazınsalla yan yana düşünmekte hep zorlanmışımdır. Bunlar, kendilerine neden yazdıkları sorulunca, keyif almak için derken, kimileri de yapacakları başka şey olmadığı için yazdıklarından dem vururlar. Yazılarında ne söylendiğinden çok nasıl söylendiği üstüne kafa yorarlar. Oysa yazınsalın, bir ayağının öz, ötekininse biçem olduğu öteden beri bilinen, onay gören bir yaklaşımdır. Biçem denilince usuma gelen ilk kavram yalınlık, ikincisi ise duruluktur. Bence bu iki kavram gözetilerek, öz de ıskalanmadan oluşturulan metin; zevkle okunabilecek, anlamlı, yararlı, kalıcılığa aday yazınsal bir metin olacaktır.

Çeşitli fabrikalarda yıllarca makine teknikerliği yaptınız.
Görevimi yaparım, gerisi beni ilgilendirmez demeden, yanlışlıklara, haksızlıklara direnerek geçen onca yıl.
Bu bağlamda, sendikacılık anılarınızdan oluşan ve size çok önemli bir ödül de kazandıran son kitabınız, Grevden Dönenin! den söz edelim istiyorum.
Şunu da çok merak ediyorum, yaşanmış yüzlerce sendikal mücadele, sayısız işçi sorunu, acılar, umutlar, utkular varken, bu varsıllık yazınsal alana neden taşınamaz?
Aymazlık mı duyarsızlık mı eğitimsizlik mi adı nedir bunun?

Çok haklı, sert, köşeli sorular bunlar.
Herkesin aynı duyarlıkta olması düşünülemez. Kimi yaşadığı bir haksızlığa, acımasızlığa direnirken kimileri boyun eğmenin kendileri için en doğru yol olduğunu düşünebilir. Bir yerden bakıldığında, teslim olmak, boyun eğmek ilk bakışta akılcı da görülebilir. Karşınızdaki güçle baş edemeyeceğiniz apaçık ortadayken, neden savaşacak, geleceğinizi, tehlikeye atacaksınız? Bu tutum yer yer insani bile sayılabilir. Öte yandan, direnmek, başkaldırmak, kavgayı göze almak insani olmaktan daha öte bir şeydir.
Son kitabım Grevden Dönenin! içtenlikle, bilinçle, emeğin yüceliğine, işçi sınıfının geleceğine duyulan büyük güvenle, kan ter içinde yaşanmış bir savaşı anlatır.
Kendi çapında bir destandır Grevden Dönenin!
Yazmak, yazınsalla ilgili değerlendirme ayrı bir alan.
İletişim çağı diye nitelenen çağımızda okuma alışkanlığı büyük ölçüde toplumun gündeminden çıkarılmış gibidir. Bırakın ekinsel okumaları; mesleki alanlarda, kendilerini doğrudan ilgilendiren yapıtları bile okumaktan kaçınıyor insanlar. Medya denen aygıtın yönlendirmelerine bağlı okumalar, kapış kapış satılan kitaplar var doğal olarak. Hint de, Çin de, ADB de, Japonya da piyasaya sürülmüş, doğaüstü olaylarla örülü, tümüyle yabancısı olduğumuz yoz yapıtlar çerez gibi satılıyor.
Grevden Dönenin! matbaadan çıkar çıkmaz, Ankara da bulunan sendikalara birer adet armağan etmiş, sonucunu beklemeye başlamıştım. Aradan iki yıl geçti hâlâ bekliyorum. Bir sendika başkanı olsun, Teşekkür ederiz, kitabınızı okuduk deme inceliğini gösterememiştir. Başkanlarını yakından tanıdığım, Genel İş, Petrol İş, Tez Koop İş sendikalarını ayırmam gerekiyor.
Ödüllerini aldığım için demiyorum; Abdullah Baştürk ailesi, bu alanda eşsiz bir hizmette bulunmuştur. Özellikle, Aytül (Baştürk ün yeğenidir) Tuncer Uçarol çifti olmasa, kimsenin işçi öyküleri, işçi yazınıyla ilgileneceği yoktu. Onların bu sevdası ve özverisi ki işin gelişerek, yaygınlaşarak sürmesine olanak sağlamıştır. Teşekkür borçluyuz bu saygın çifte.

Yorucu, yıpratıcı on yıllardan sonra emekliliğin tatdını çıkarmak, yan gelip yatmak varken, neden dünyanın en sıkıntılı işlerinden birini, yazmayı seçtiniz?

Ekinle, yazınla ilgilenmek, bir yanıyla yıpratıcı olsa bile öteki yanıyla doyurucu, gönençli ve baharca bir süreçtir.
Yaşım kemale ermiş olsa da bahardır benim mevsimim.
Yan gelip yatmak ölüme koşut bir tutumdur bana göre. Yazdığım, okunduğum zaman yaşadığımı duyumsuyorum.
Yazmanın iyi bir yanı da sizi okumak zorunda bırakmasıdır.
Bu iki güzel alışkanlık yüzünden; gençliğimde içinde olmak üzere, en mutlu en gönençli günlerimi yaşıyorum altmışımdan sonra. Daha ne isteyebilirim?

Yaşanan tüm olumsuzluklara karşın, bıkkınlık duymuyor, geleceğe yönelik tasarımlarınızla mutlu olabiliyor musunuz?

Kesinlikle.

Gönderen ezgican - 14-02-2011 09:07
#2

kalemin daim olsun efendim

Gönderen hkaraduman - 28-02-2011 12:06
#3

Grin

Gönderen hkaraduman - 28-02-2011 12:09
#4

SEVGİLİ CELAL ABİ ,BAŞARILARININ DEVAMINI DİLERİM.