Konu Başlığı: Köçek Kömü Köyü Sitesi :: Demokratik Bir Devlet Yapılanması Şart

Gönderen safak altun - 27-03-2008 11:14
#1

Günü kurtarmak yetmez; demokratik bir devlet yapılanması şart!
Yüksel ışık
Türkiye, çetelerden çok çekmiş bir ülke! Gazeteciler, sendikacılar, politikacılar, gencecik insanlar, kimlerin nasıl planladığı bilinmeyen bir sürece kurban edildi. Çorum ve Kahramanmaraş gisi şehirlerde, bu karanlık planlar nedeniyle, günlerce kan aktı. Bu karanlık planlar nedeniyle onlarca genç, idam sephasına çıkartıldı; bir o kadarı işkencede öldürüldü. Sivas'ta bütün bir kamu yetkililerinin gözü önünde, koca bir otel, içindeki insanlarla birlikte yakıldı. Biriken cerahatin bir kısmı, Susurluk'ta kazaya yol açan kamyon sayesinde açığa döküldü; ancak, anlaşılan o ki buzdağının büyüklüğü bilinmiyor.
Şimdi karşımıza adına 'Ergenekon' denilen bir örgüt ismiyle çıkılmış bulunuyor. Sabahattin Ali'nin kızı Filiz Ali, 'babam Ergenekon'un ilk kurbanıdır' iddiasıyla söz konusu örgütün kök salmışlığını ve derinliğini gözler önüne seriyor. Kontrgerilla sloganıyla büyümüş bir kuşağın temsilcisi olarak, çetelerin devlete sızmış olmasını kanıksadığımızı söyleyebilirim; ancak, bugün var olduğu söylenen örgütün, sağcı milliyetçilerle 'solcu' ulusalcıların işbirliği çerçevesinde dizayn edilmiş olması tartışmayı alevlendiriyor. Tarafların birbirlerini, 'devlet içinde devlet' olmakla suçlamaları da bu süreçte sıklıkla bilginin dezenforme edilmesine neden olduğu anlaşılıyor.
Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek
Yarım asırdır yazı dünyasının içinde ve uzun süredir de Cumhuriyet'in başyazarlığını yapan İlhan Selçuk'un gece yarısı gözaltına alınması, 'yakışıksız' olmanın ötesinde, O'nun üzerinden bir çeşit gözdağı niteliği taşıyor. Ömrünün bir bölümünde gece yarıları çalan kapı zili nedeniyle ağzı yüreğine gelen '77 kuşağından biri olarak, gece yarısı gözaltına alınmanın öyle yaşla ve saygınlıkla ilişkisinin kurulmasının 'gençlere yapılabilir' gibi sevimsiz ve demokrasi dışı yöntemleri çağrıştırdığını ve esasen de totaliter zihniyetin rutin bir tarzı olduğunu yakından biliyorum. Bu nedenle bırakın, Selçuk, Perinçek ve Alemdaroğlu gibi ünlü simaları, sıradan insanların dahi gece yarısı gözaltına alınmasının yürütülen soruşturmanın hayra alamet bir seyri olmadığına işaret ediyor. Gece yarısı baskınları, insanları, pratikte, suçlu ilan eden ve konu komşudan tecrit eden 12 Eylül uygulamalarını hatırlatıyor ve hiç kimsenin bu tarz bir tecriti hak etmediği noktasında anlaşmamız gerekiyor. Nitekim, sansasyonel bir şekilde gece yarısı gözaltına alınan Selçuk ve Alemdaroğlu'nun 48 saat sonra tutuksuz yargılanma koşuluyla serbest bırakılmaları da bu iddiayı doğruluyor. Gece yarısı operasyonunun amacının, tirajı son dönemlerde belli bir sayıya çakılan Cumhuriyet'e tiraj patlatmak olmadığına göre, Perinçek ve arkadaşlarına yönelik operasyonun üstünü örtmek olduğu anlaşılıyor. Hani, bir çeşit 'ölümü gösterip, sıtmaya razı etme hali'!
Türkiye, insanın anılarını tazeleyen büyük bir laboratuvar işlevi görüyor. İlhan Selçuk'a uygulanan yöntemin hengamesinde unutulan Doğu Perinçek ve arkadaşlarına yönelik abartılı iddialar, insana anılarını anımsatıyor. 12 Eylül'ü gözaltında karşılamış; akabinde tutuklanmıştım. İki ay sonra evden çıkan kitaplar ve el yazmaları nedeniyle bir örgütle ilişkili olduğuma ilişkin dava açılmış; ertelemelerle dava, uzadıkça uzamıştı. Tam 'bitti bu iş' diye düşündüğüm duruşmanın önceki akşamında radyo hoparlörleri sonuna kadar açılmış ve Mamak Cezaevi tutuklularına 'moral bozucu' olduğunu düşündükleri bir haber dinletilmişti. Habere göre Ankara'da bir örgütün 10'u lider kadrosundan olmak üzere 200 militanı yakalanmıştı. Haberin ayrıntısını ertesi günkü gazetelerden okuduk; meğer yakalanan liderlerden biri benmişim! Mahkeme, Sıkıyönetim Komutanlığı'ndan bilgi istedi; Komutanlık, 'cezaevindeki tutumum nedeniyle kanaatlerinin bu doğrultuda' olduğu bilgisini göndermekle yetindi. Elbette ünlü 141/5'den ceza aldım.
12 Eylül hukuku, keyfi kanaatlerden hareket ederek, suçsuzu suçlu göstermek üzerine inşa edilmişti; aradan yarım asır geçmiş olmasına rağmen kanaat yargılaması sürüyor. Örneğin, AKP İddianamesinin İP'ten çıktığına ilişkin iddianın, İP'e dair yaklaşımı değilse de, AKP'ye açılan davanın ciddiyetine gölge düşürme kanaatinin oluşmasını amaçladığı anlaşılıyor. Gizlilik içinde yürütülen soruşturmanın, soruşturmanın muhatabı olan şahısların avukatları ya da kendileri bu tarz bir bilgi açıklamadıklarına; davanın savcısının da toplumu bilgilendirmek amaçlı bir basın açıklaması yapmadığına göre, geriye bir bilgi sızdırması ihtimali kalıyor. Perinçek ekibinin, benzer çalışma yöntemlerine sahip olduğu konusunda genel bir kanaatin mevcut olduğunun bilincinde davranan bilgi sızdırıcılarının amacının dezenformasyon olduğuysa açık. Anlaşılan o ki AKP iddianamesinin gizli güçler tarafından hazırlandığına bütün bir toplum ikna edilmek isteniyor. Politik bakışları ve yöntemleri konusunda 180 derece zıt olduğumuz Perinçek ve arkadaşları üzerinden AKP iddianamesinin husumetin ürünü olduğu kanaatini yaymak, bugün için mümkün görünse de, yargılama sürecinde ortaya doğrusunun çıkacağını bile bile bu yola başvurmanın adil yargılama ve hakkaniyetle ilişkisini kurmak zorlaşıyor.
Devletin içi dururken...
Karanlık güçlerin son dönemde işlediği iki önemli cinayet ve katliam(Dink Suikasti ve Zirve Yayınevi katliamı), Ergenekon denen yasadışı örgütlenmenin gücünü ortaya koyuyor ve bu güç, bütün bir toplumu, herkesin gözünün içine baka baka terörize etmeyi başarabiliyor. Zirve Yayınevi davasına bakalım; deliller arasında tutarlı bir ilişki kurarak savunma görevini yerine getirmek isteyen avukat, bir anda tehditlerle karşılaşıyor; ancak, nedense davanın Malatya'da görülmesinde ısrar ediliyor. Oysa gene bir Mart ayından İstanbul'un göbeğinde, benzer karanlık güçler tarafından yapılan Gazi Mahallesi katliamı davasının Trabzon'da görülmesi sağlanabilmişti. Nasıl oluyor da, göz göre göre yapılan katliam davasının sağlıklı yürütülmesinin önüne çıkartılan engellere göz yumulurken, çetelere karşı demokrasi mücadelesi verildiği söylenebiliyor?
Çetelerin çökertilebilmesi, kamunun içindeki uzantılarını görmezden gelerek, yahut deşifre olanları, gelen tepkiler üzerine, pasif görevlere atamak yahut gözlerden uzaklaştırmakla mümkün olmaz! Evet, Türkiye'de 'derin devlet' diye adlandırılan ve yasa dışı işlere bulaşan bir çete bulunduğu, yaptığı eylemlerden anlaşılıyor. Ancak, bu eylemleri, birkaç emekli devlet görevlisinin yaptığına; 83 yaşında bir gazetecinin de bu 'emekliler ordusu'nun 'fikri lideri' olduğuna inanmak epey zor görülüyor. Devleti demokratikleştirmenin birbirini tamamlayan boyutlarından biri, yasal mevzuatı tümüyle demokratikleştirmek; diğeri de, devlet içindeki bütün çıkar yapılanmalarını deşifre edip tasfiye etmek. Dolayısıyla da kullanılan 'temiz eller' tanımlaması bir ajitasyon sözü olmanın ötesinde anlam taşımıyor.
Türkiye'nin, bir an önce, bütün cerahatlerinden kurtulması; damarlarını temizlemesi gerekiyor. 'Ergenekon' olarak adlandırılan kontrgerilla tarzı çetelerden, karanlık güçlerden bütün bir toplumu kurtarmanın; karanlıkta kalmış bütün cinayetleri ve katliamları açığa çıkarmanın yolu, en geniş anlamıyla demokrasiyi ve özgürlüğü sağlamaktan geçiyor. Özgür ve demokratik bir Türkiye kuruldukça, çetelerin maddi zemini ortadan kalkacak; çeteler temizlendikçe ülke daha da demokratikleşecektir. Ancak, devletin derinliklerine sinen organizasyonlar varolduğu sürece, pratik toplumsal yaşamın çetelerin kontrolünde süreceğini de unutmamak gerekiyor. Çetelerin uzantılarının ellerini kollarını sallayıp gezdikleri ülkede, 83 yaşında bir yazarı, hem de gece yarısı derdest edip sorgulamakla çeteler çökertilemez, darbelerin önüne geçilemez ve Ergenekon açığa çıkartılamaz; ancak gün kurtarılabilir. Açık ki, günü kurtarmak yetmez; devletin demokratikleştirilmesi gerekliliği kendisini dayatıyor.