Konu Başlığı: Köçek Kömü Köyü Sitesi :: GÜNCEL KONULAR,YORUMLAR.

Gönderen Ethem Arslan - 14-01-2008 20:03
#1

Alevilerin ibadet talebi reddedildi



Ankara 6. İdare Mahkemesi, Cem Vakfı'nın 'Cemevleri'ne ibadethane statüsü verilmesi' talebini reddeden Başbakanlık kararının iptal istemini reddetti.

Ankara 6. İdare Mahkemesi, Cem Vakfı'nın 'Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi, ibadet için genel bütçeden pay ayrılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Alevi inanç önderlerine kadro tahsis edilmesi' taleplerini reddeden Başbakanlık kararının iptal istemini oy birliğiyle reddetti. Kararda, uyuşmazlıkta 'Alevilerin din ve inançlarını açıklama özgürlükleri bakımından engellendikleri veya bir başka inanç biçimini benimseme yönünde baskıya maruz kaldıklarını gösteren güncel ve somut olayları ortaya koyamadıklarına' yer verildi.

Kararda 'Dinsel normla, hukuksal norm arasında kurulmaya çalışılan dengenin giderek laik devlet ilkesinden uzaklaşmaya, farklı inanç biçimlerinin törpülenmesine ve nihayet din ve inanç özgürlükleri de sınırlandırmalara yol açabilir' dendi. Cem Vakfı avukatları, 2 bin kişi adına 'Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi, ibadet için genel bütçeden pay ayrılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Alevi inanç önderlerine kadro tahsis edilmesi taleplerini' reddeden 19 Ağustos 2005 tarihli Başbakanlık kararının iptali istemiyle Ankara 6. İdare Mahkemesi'nde dava açmıştı.

İşte 6. İdare Mahkemesi davayı esastan karara bağladı. Mahkeme, Başbakanlık kararının iptal istemini oy birliğiyle reddetti. Ankara 6. İdare Mahkemesi'nin kararında, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ve Anayasa'nın 128. maddeleri delaletiyle çıkarılan kamu görevlilerine ilişkin mevzuat hükümleri uyarınca, cami ve mescit dışında bir yerin ibadethane olarak kabul edilmesi ve Alevi inancının gereği olan ibadetin icrası için kamu görevlisi istihdam edilmesi ve bu konuda verilecek hizmetler için genel bütçeden ödenek ayrılmasının mümkün olmadığını kaydetti.

POZİTİF AYRIM İSTENMİŞTİ

Din ve inanç özgürlüğü bakımından esas ve ideal olanın, söz konusu özgürlüklere mümkün olduğunca müdahale etmemek olarak tanımlandığı ve bunun 'devletin negatif ödevi' olduğu vurgulanan kararda, şu değerlendirme yapıldı:

'Bir başka deyişle ideal olan nötr bir devlet düzeninin varlığıdır. Bu anlamda eşitlik ilkesi ile amaçlanan, farklılıkların yok edilmesi değil, farklı gruplara tanınan imtiyazların önlenmesidir.

Oysa dava konusu uyuşmazlıkta davacılar, İslam inancına sahip olmakla birlikte İslam'ın farklı bir yorumu ve uygulamasını benimseyen Alevi topluluğu adına pozitif bazı ayırımlar talep etmekte ve Diyanet İşleri Başkanlığınca Sünnilere tanındığını iddia ettikleri ayrıcalıkların kendilerine de tanınmasını istemektedirler. Aleviliğin ciddi, tutarlı bir dini inanç ve İslam'ın bir yorumu olduğu ve geniş kitleler tarafından benimsendiği hususunda duraksama bulunmamaktadır.

Ancak, Din ve İnanca Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılığın Kaldırılması Bildirgesi'nde belirlenen genel prensipler bakımından da olaya bakıldığında, Aleviler arasında da inanç ve uygulama biçimleri ve kendilerini tanımlamada farklılıklar bulunduğu, bu durumun davacılar tarafından da kabul edildiği gerçeği karşısında davacıların uyuşmazlığa konu olan taleplerinin tüm Aleviler tarafından benimsendiğine ilişkin somut veriler de mevcut değildir.'

TEMYİZ HAKKI VAR

Alevi vatandaşlara din hizmetlerinin kamu hizmeti olarak sunulması, ayrıca devlet kamu hizmetlerine atanacaklar hakkında belirlenen genel ve objektif kriterler dışında cemevlerine Alevilerce yetkinliği kabul edilen kişilerin kamu görevlisi olarak atanması, Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığı'nda temsil edilmesi ve genel bütçeden cemevi yapımı ve diğer hizmetler için ödenek ayrılması yolundaki istemlerin karşılanmasına ilişkin taleplerinin reddi yolundaki dava konusu işlemin mevzuata aykırı olmadığı ifade edilen kararda, davanın oy birliğiyle reddine karar verildiği kaydedildi. Cem Vakfının kararı temyiz etmesi halinde dosya Danıştay'a gidecek.

Gönderen Ethem Arslan - 19-01-2008 16:43
#2

Hrant Dink anisina en son yazisi...Ruh halimin güvercin tedirginligi.

Ruh halimin güvercin tedirginliği

Başlangıcında, r0;Türklüğü aşağılamakr1; suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığır17;nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım. Bu ilk değildi. Benzer bir davaya zaten Urfar17;dan aşinaydım. 2002 yılında Urfar17;da gerçekleşen bir konferansta yaptığım konuşmada r0;Türk olmadığımı... Türkiyeli ve Ermeni olduğumur1; söylediğim için r0;Türklüğü aşağılamakr1; suçlamasıyla üç yıldan beri yargılanıyordum.
Duruşmaların gidişatından dahi habersizdim. Hiç ilgilenmiyordum. Urfar17;dan avukat arkadaşlar gıyabımda yürütüyorlardı celseleri. Şişli Savcısır17;na gidip ifade verdiğimde de hayli umursamazdım. Sonuçta yazdığıma ve niyetime güveniyordum. Savcı, yazımın sadece birbaşına hiç bir şey anlaşılmayan o cümlesini değil, yazının bütününü değerlendirdiğinde, benim r0;Türklüğü aşağılamakr1; gibi bir niyetimin bulunmadığını kolaylıkla anlayacaktı ve bu komedi de bitecekti. Soruşturma sonunda bir dava açılmayacağına kesin gözüyle bakıyordum.

Kendimden emindim
Ama hayret işte! Dava açılmıştı. Yine de iyimserliğimi kaybetmedim. O kadar ki, telefonla canlı olarak bağlandığım bir televizyon programında, beni suçlayan avukat Kerinçsizr17;e r0;Çok heveslenmemesini, bu davadan herhangi bir ceza yemeyeceğimi, eğer ceza alırsam bu ülkeyi terk edeceğimir1; dahi dile getirdim. Kendimden emindim, gerçekten yazımda Türklüğü aşağılamak gibi bir niyetim ve kastım -hiç ama hiç- yoktu. Dizi yazılarımın tamamını okuyanlar bunu çok net olarak anlayacaklardı. Nitekim işte, bilirkişi olarak tayin edilen İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik heyetin mahkemeye sunmuş olduğu rapor da bunun böyle olduğunu gösteriyordu. Endişelenmem için bir sebep yoktu, davanın şu ya da bu aşamasında muhakkak yanlıştan dönülecekti.

r0;Ya sabırr1; çeke çeke...
Ama dönülmedi. Savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmamı istedi. Ardından da hakim altı ay mahkumiyetime karar verdi. Mahkumiyet haberini ilk duyduğumda, kendimi, dava süresi boyunca beslediğim ümitlerimin acı tazyiki altında buldum. Şaşkındım... Kırgınlığım ve isyanım had safhadaydı. r0;Bak şu karar bir çıksın, bir beraat edeyim, siz o zaman bu konuştuklarınıza, yazdıklarınıza nasıl pişman olacaksınızr1; diye dayanmıştım günlerce, aylarca. Davanın her celsesinde r0;Türkün kanı zehirlidirr1; dediğim dile getiriliyordu gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında. Her seferinde r0;Türk düşmanır1; olarak biraz daha meşhur ediliyordum. Adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle. Pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı. Yüzlerceyi bulan ve aylardır yağan telefon, email, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu. Tüm bunlara r0;Ya sabırr1; çekip, beraat kararını bekleyerek dayanıyordum. Karar açıklandığında nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak ve bu insanlar yaptıklarından utanacaklardı.

Tek silahım samimiyetim
Ama işte karar çıkmıştı ve tüm ümitlerim yıkılmıştı. Gayrı, bir insanın olabileceği en sıkıntılı konumdaydım. Hakim r0;Türk Milletir1; adına karar vermişti ve benim r0;Türklüğü aşağıladığımır1; hukuken tescillemişti. Her şeye dayanabilirdim ama buna dayanmam mümkün değildi. Benim anlayışımla, bir insanın birlikte yaşadığı insanları etnik ya da dinsel herhangi bir farklılığı nedeniyle aşağılaması ırkçılıktı ve bunun bağışlanır bir yanı olamazdı. İşte bu ruh haliyle, kapımda hazır bekleyen ve r0;Daha önce dile getirdiğim gibi ülkeyi terk edip etmeyeceğimr1;i teyit etmek isteyen basın ve medyadan arkadaşlara şu açıklamada bulundum: r0;Avukatlarıma danışacağım. Yargıtayr17;da temyize başvuracağım ve gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesir17;ne de gideceğim. Bu süreçlerden herhangi birinden aklanamazsam ülkemi terk edeceğim. Çünkü böylesi bir suçla mahkum olmuş birinin benim kanaatimce aşağıladığı diğer yurttaşlarla birlikte yaşama hakkı yoktur.r1; Bu sözleri dile getirirken yine her zamanki gibi duygusaldım. Tek silahım samimiyetimdi.

Kara mizah
Ama gelin görün ki beni Türkiye insanının gözünde yalnızlaştırmaya ve açık hedef haline getirmeye çalışan derin güç, bu açıklamama da bir kulp buldu ve bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan hakkımda dava açtı. Üstelik bu açıklamayı tüm basın ve medya vermişti ama onların gözüne batan ille de AGOSr17;takiydi. AGOS sorumluları ve ben, bu kez de yargıyı etkilemekten yargılanır olduk. r0;Kara mizahr1; dedikleri bu olsa gerek. Ben sanığım, bir sanıktan daha fazla kimin yargıyı etkileme hakkı olabilir ki? Ama bakın şu komikliğe ki sanık bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan yargılanıyor.

r0;Türk Devleti adınar1;
İtiraf etmeliyim ki Türkiyer17;deki r0;Adalet sistemir1;ne ve r0;Hukukr1; kavramına olan güvenimi fazlasıyla yitirmiş durumdaydım. Nasıl yitirmeyeyim? Bu savcılar, bu hakimler üniversite okumuş, hukuk fakültelerini bitirmiş insanlar değiller mi? Okuduklarını anlayacak kapasitede olmaları gerekmiyor mu? Ama gelin görün ki, bu ülkenin Yargır17;sı bir çok devlet adamının ve siyasetçinin de dile getirmekten çekinmediği gibi bağımsız değil. Yargı yurttaşın haklarını değil, Devletr17;i koruyor. Yargı yurttaşın yanında değil, Devletr17;in güdümünde. Nitekim şundan bütünüyle emindim ki, hakkımda verilen kararda da her ne kadar r0;Türk Milleti adınar1; deniyor olsa da, şu çok açık ki r0;Türk Milleti adınar1; değil, r0;Türk Devleti adınar1; verilmiş bir karardı bu. Dolayısıyla, avukatlarım Yargıtayr17;a başvuracaklardı, ama bana haddimi bildirmeye karar vermiş derin güçlerin orada da etkili olmayacaklarının garantisi neydi? Hem sonra zaten, Yargıtayr17;dan hep doğru kararlar mı çıkıyordu? Azınlık Vakıflarır17;nın mülklerini elllerinden alan haksız kararlara aynı Yargıtay imza atmamış mıydı?

Başsavcının çabasına rağmen
Nitekim işte başvuruda bulunduk da ne oldu? Yargıtay Başsavcısı tıpkı bilirkişi raporunda olduğu gibi suç unsuru bulunmadığını belirtti ve beraatimi istedi ama Yargıtay yine de beni suçlu buldu. Ben yazdığımdan ne kadar eminsem Yargıtay Başsavcısı da o kadar okuyup anladığından emindi ki, karara da itiraz etti ve davayı Genel Kurulr17;a taşıdı. Ama, ne diyeyim ki, bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı. Nitekim Genel Kurulr17;da da oy çokluğuyla benim Türklüğü aşağıladığım ilan edildi.

Güvercin gibi
Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dinkr17;i artık r0;Türklüğü aşağılayanr1; biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular. Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü. (Bu mektuplardan birinin Bursar17;dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığır17;na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.) Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil. Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence. r0;Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?r1; sorusu asıl beynimi kemiren. Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların r0;A bak, bu o Ermeni değil mi?r1; diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum. Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye. Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik. Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik. Tıpkı bir güvercin gibiyim... Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım. Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli.

İşte size bedel
Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek? r0;Canım, 301r17;in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?r1; Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi... İşte size bedel... İşte size bedel... İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..? Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?

r0;Ölüm-Kalımr1; dedikleri
Kolay bir süreç değil yaşadıklarım... Ve ailece yaşadıklarımız. Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu. Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında... O noktada hep çaresiz kaldım. r0;Ölüm-Kalımr1; dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım. İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı. Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı. r0;Gidelimr1; dersem geleceklerdi, r0;Kalalımr1; dersem kalacaklardı.

Kalmak ve direnmek
İyi de, gidersek nereye gidecektik? Ermenistanr17;a mı? Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi? Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi. Şunun şurasında üç gün Batır17;ya gitsem, dördüncü gün r0;Artık bitse de dönsemr1; diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım? Rahat bana batardı! r0;Kaynayan cehennemlerr1;i bırakıp, r0;Hazır cennetlerr1;e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi. Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık. Türkiyer17;de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiyer17;de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi. Kalacaktık ve direnecektik. Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915r16;teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı... Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere... Her neresiyse.

Ürkek ve özgür
Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten. Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesir17;ne başvuruyorum. Bu dava kaç yıl sürer, bilemem. Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiyer17;de yaşamaya devam edeceğim. Mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım. Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.

Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.


(AGOS ) 19 Ocak 2007 (Agop'ta yayınlanan son köşe yazısı)






Gönderen Ethem Arslan - 29-01-2008 16:08
#3

Cüneyt ÜLSEVER

--------------------------------------------------------------------------------

TÜRBANLA yatıp türbanla kalktığımız bir ortamda herkesin aklına çeşitli sorular takılıyor.

Benim aklıma takılan soru ise şu:

Anayasar17;da kılık kıyafetle ilgili bir düzenleme yapıldıktan sonra bu maddeden ezici çoğunlukla başlarını örtmeyi dini inançları gereği sayan Sünni öğrenciler faydalanacak ama üniversiteye hepsi de inanca dayalı simgeler olduğuna göre Yahudiler kipa ile, Ortodokslar boyunlarındaki büyük haçlarla, Satanistler kara cüppeleriyle girebilecekler.

Zira, laikliğin bir temel öğesi var:

Devlet tüm dinlere, mezheplere ve inançlara aynı mesafede durmak zorundadır!

* * *

Şimdi soru şu:

Devlet çeşitli inançlar arasından sadece birisini seçerek, açıkça ayrım yaparak Anayasar17;da düzenleme yapabilir mi?

Bu ülkede türbanlılara karşı ayrımcılık uygulanıyorsa, Alevilere karşı ayrımcılık hayda hayda uygulanıyor.

Ayrımcılık yapıldığını Başbakan da kabul ediyor, Diyanet İşleri Başkanı da!

Ayrımcılığı yapan ana kurum da Diyanet!

Ülkede ayrım yapılmaksızın Sünnilerden, Alevilerden, Yahudilerden, Ermenilerden, Rumlardan eşit oranlarda vergi alındığı halde Diyanet Alevilere, Yahudilere, Ermenilere, Rumlara hiçbir dini hizmet vermiyor.

Örneğin, Aleviler milyonlarla ifade edilen nüfusları çerçevesinde ödedikleri vergiler oranında Diyanetr17;i finanse ediyorlar ama Diyanetr17;in kapısı onlara kapalı.

Anayasar17;da yapılacak "türban değişikliği" ile Aleviler bir kez daha dışlanmayacak mı? Bu durum "din ve vicdan özgürlüğü"ne aykırı düşmeyecek mi?

* * *

Denecektir ki, ülkede büyük çoğunluk Sünni Müslüman! İyi de, anayasalar azınlıkta olanlar ile çoğunluklar arasında ayrım yapar mı?

Nüfusu 10 binlerle ifade edilen Rumlar ile milyonlarla ifade edilen Sünniler arasında kanun önünde bir fark var mıdır?

* * *

Belki de şimdilik sadece Sünniler gözetilecek, Anayasa toptan değişirken Alevilerin hakları teslim edilecektir!

O zaman ben de talep ediyorum. Anayasa ve insan hakları komisyonları, Anayasar17;yı hazırlayanlar, yeni Anayasar17;da Aleviler lehine ne gibi düzenlemeler yapılacağını şimdiden ilan etsinler.

Ben özellikle Diyanet ayağını sorguluyorum.

Yeni Anayasar17;ya göre Diyanet, Alevilere ne gibi hizmetler verecek?

Hatta merak ediyorum; çok büyük azınlık olsalar dahi "devletin tüm inançlara aynı mesafede durması" prensibi etrafında ülkemizde temsil edilen ana dinlere bağlı Yahudiler, Ermeniler, Rumlar ile ilgili olarak kıymetli Anayasa hazırlayıcılarımız, Diyanetr17;e ne gibi görevler vermeyi düşünüyorlar?

* * *

AKPr17;de genel seçimleri genel merkez, yerel seçimleri ise partinin kılcal damarlarını oluşturan Milli Görüş şekillendirir. Büyük kentler hariç adayları Milli Görüş belirler.

Başbakanr17;ın konuyla ilgili sert demeçlerini gördükçe kanaat ediyorum ki "türban yasası" tabana seçim öncesi verilen bir hediyeye dönüşmektedir. Milli Görüşr17;ü Aleviler hiç ilgilendirmediği gibi dışlanmalarında hiçbir mahzur görmezler. Hatta Diyanetr17;in kapısından içeri bakmalarına gıcık bile olurlar.

Soldan gelip AKPr17;ye giren milletvekilleri, Alevilerle ilgili ne gibi hazırlıklar yapıyorlar?

Gönderen Ethem Arslan - 29-01-2008 16:19
#4

Merak ediyorum Aleviler alinlarina kizil bantla ünüversitelere gelseler ne olacak??????Shock