#1
GEZİ NOTLARI:
Alman emekçilerinin her yıl izin yapma lüksü Globalizmle birlikte son buldu. Nerden biliyorsun derseniz? Bende otuz yıldır Almanya da yaşamaktayım. Son iki senedir izine gidemiyorduk. Bu sene ki tasarufumuzu izin için harcamaya karar verdik. İyi ki böyle düşünmüşüz. Iki yıllık stresi iki hafta da yok etmeye çalışmanın en basit yolu izin yapmakmış. Hemde bes yıldızlı klas bir hotel de. Bu izin en çok çocuklara ve hanıma yaradı. Küçük bütün gün otelin önünde ki havuz dan çıkmıyordu. Havuza bir kenar dan atlıyor, bir derin dalıyor ve sonra kayak bölümüne koşturuyor, dur durak bilmiyordu. En çok duyduğum kelimeleri artık hiç duymuyordum. Kızım canın sıkılmadı mı ? , Hayır, baba sen gazeteni oku, ben rahatım.
Oh be, hayat varmış. Her gün on kez tekrarlanan, baba canım sıkıldı, baba beni şuraya götür, cümlelerini iki hafta da unutur oldum. Şemsiyenin altın da uzanmış, günlük gazetemi okuyor ve rahatlıyorum. Hayat, hep çalışmak için değilmiş meğer. Hayatı yaşamak için nice güzellikler de varmış. Gölge de güneşlerken, Garson, bana bir soda getirirmisin ? Evet efendim, hemen geliyor. Sakın tembellikten dem vurduğumu düşünmeyin! İnsan aylardır çalışmış ise birazda dinlenmeli. Doğamızın gereği, çalışma ve dinlenmeye ihtiyacımız vardır. Oysa toplumda ki alt üst oluşlar hepimizin yaşamını derinden etkilemekdir. Örneğin, Sovyetlerin yıkılması büyük kapitalistler için yeni pazarlar ve ucuz iş gücü yaratırken. Biz emekçiler için, ücretlerin dondurulması ve işssiz kalma korkusunu beraberinde getirdi. Bu olumsuzluklara rağmen, iki yılda da olsa bir izin yapma şansına sahibiz.
En çok dikkatimi çeken bu otel de Anadolu dan gelen hiç kimse yoktu. Ne garip bir durum. Türkiye li insanlar kendi ülkelerinin en güzel köşelerinde izin yapamıyorlar! Niçin? Neden bir kişi, bir aile yoktu? Türkiye turizmi kendi insanlarını hangi nedenlerden dolayı kaybetmişti? Niçin yalnız yabancılara hizmet sunmaktaydı. Bu memleket için bu turistler mi kurtuluş savaşı vermişlerdi?
İkincisi otel dışında ki esnaf, yıllar önceki esnaf değildi. Artık anlık ihtiyacı karşılayacak ürünler satıyorlardı. Kocaman Side çarşısın da bir pastana yok. Hediyelik pasta için Manavgata gittim. Her dükkan adını market koymuş ama sergiledikleri ürün miktarı köy dükkanın ki kadar. Çarpıklığın bu kadarınada ilk kez burda rastladım. Esnaf ta fiş kesme falan yok. Ticaretin birinci ilkesi fişle satış yapmaktır. Vergini ödersin, kar ortaya çıkar. On esnaftan biri bile fiş kesmiyor. Türkiye Cumhuriyeti ne kadar da zenginmiş? Avrupanın bir çok ülkesini gezdim dolaştım, ama her ülkede var olan fiş kesme ilkesini ilk kez Türkiye de göremiyorum. Devletle, vatandaş arasında sevgi, saygı bağı yok olmuş. Bu devletin geleceğinden şüphe etmek gerekir! Bu iktidar bu gidişe kasıtlımı göz yumuyor acaba ?!
Dört yıldızlı otelin garsonları dikkatimi çekiyor. Hepside on dört, on beş yaşında çocuklar. Bu çocukların çalışması yasak değil mi? Anlaşılan okul tatilinde aile bütçesine yardımcı oluyorlar. Kendi çocukluğum aklıma geliyor. Onbir yaşım da Çalatlı köyünde sabahtan akşama kadar sırtımızda tuğla taşırdık. Arkamız da elinde kamçılı biri, hem yavaşlayanları kamçılar hemde anamıza-bacımıza bilmem ne küfürler ederdi. 40 yıl önce ki Türkiye ile bu gün arasında pek bir değişim olmamış. En büyük fark, biz güzel yaşamı bilmezdik. Ama bu garson çocuklar güzel olanı da görmekteler. Otuz yıl önce terketmek zorunda kaldığım ülkemde değişen neydi?
Bütün gün tembel tembel yatan turistleri, akşam serinliğinde hareketlendirmek için zengin programlar sunulmaktaydı. Ben akşam serinliğinde yalın ayaklarla deniz kenarın da yürümeyi yeğliyordum. Gündüzleri yüzerek, akşamları yürüyerek kilo vermek istiyordum. Sahile inerken yaşadığımız manzara pekde iç açıcı değildi. U şeklinde bir pasajın iki ucuda lokantalara verilmiş. Her lokanta kendine ait birer bühne yaptırmış. Turistler müzik eşliğinde akşam yemeklerini yerken, isteyenlerde bühne de dans yapnaktalar. Yalnız bu dans başka dans. Ben deyim lokantaların rekabet dansı siz deyin turistlerin dansı. DJ ler müzüğü en son pegele kadar açmışlar, çan çalıyor turistler oynuyor. Ordan geçerken adımlarımızı hızlandırıyorduk. Sahile ulaştığımız da akdeniz sularıyla buluşmanın sevinci ruhumuzu rahatlatmaktaydı. Ben hep dalgalara bakmayı yeğliyordum. Dalgalarsa bana bir ok işareti sessizliğinde, o dev beton yığınlarını göstermekteydi. Gökle, deniz arasında hoyrat gibi yükselen beş yıldızlı oteller sahilin en çirkin görüntüsünü oluşturmaktalar.
İnsan ve doğanın katli en son hızıyla devam eden bir ülkeye dönüşmüş Türkiye. Hanım ve çocuklar akdeniz sularıyla sevişirken, can sıkacak düşüncelerimi kendime saklıyor, onların sevinçlerini karartmak istemiyordum.
AH ULAN ABİ
Çalıştın mı bu sene
Çalıştım abi
Ödedin mi vergini
Ödedim abi
O zaman sen iyisin
Karnın tok
Sorunun yok
Sen ne diyorsun abi!
Ah ulan abi
Çalıştım gece gündüz
Tozun, pisin içinde
Biraz dinlen dediler
Üç beş günlük tatilde
Hanım suratın astı
Çocuklar bana küstü
Anneme gidem dedim
Babam küfürü bastı
Ah ulan abi
Ah ulan abi
Akdenizde bir tatil
Bize haram mı abi
Onlara herşey helal
Bize sabır yarabbi
Şafak Altun