Konu Başlığı: Köçek Kömü Köyü Sitesi :: NAZIM HIKMET:

Gönderen mustafa ibis - 27-08-2006 14:34
#1

NAZIM HIKMET
Birleşmiş Milletler'in bir alt kuruluşu olan UNESCO 2002 yılını Nâzım Hikmet yılı ilan etti. Yaşasaydı bu yıl 100 yaşında olacaktı Nâzım. Şimdi bir çok ülkede çeşitli etkinliklerle anılıyor o. Tabii etkinliklerin en yoğun olduğu yer de Nâzım'ın "memleketi" Türkiye. Türkiye'de burjuvazi Nâzım Hikmet konusunda ne yapacağına tam karar vermiş durumda değil. Bir yandan onun Türk dilinin en iyi, en yetkin ve 20. yüzyılın en ünlü şairi olması, memleket hasretiyle yanıp tutuşan şiirleri, burjuvazinin onu sahiplenmesi çabalarını körüklüyor. Onu "elin gâvuru kullanacağına biz kullanalım, ne de olsa Türktür" yaklaşımı, MHP'lileri bile yer yer Nâzım şiirleri okumaya, daha doğrusu onu kullanmaya çalışmaya götürüyor. Bu bağlamda Nâzım Hikmet'in, TC hükümeti tarafından onun vatan haini olduğu gerekçesiyle elinden alınan vatandaşlığının geri verilmesi tartışmaları, girişim ve çabaları, bu arada Moskova'da bulunan mezarının Türkiye'ye getirilmesi tartışmaları sürüyor. Nâzım Yılı dolayısıyla bu tartışmalar daha da kızıştı. İlginç olan kimi "sol" çevrelerin de Nâzım Hikmet konusunda yürüyen bu tartışmalarda sanki onun vatandaşlığının geri verilmesi, mezarının Türkiye'ye geri getirilmesi vb. çok önemli imiş gibi tavırlar takınmaları, kampanyalarıyla burjuvazinin bir kesiminin kuyruğuna takılmalarıdır. Aslında burjuvazinin bir kesimi (ki bu kesim giderek büyümektedir) Nâzım Hikmet'i burjuvaziyle ve devletle barıştırmaya çalışmaktadır, onu sahiplenerek öldürmek istemektedir. Bu kesim Nâzım Hikmet'in yasaklanmasıyla, vatandaşlıktan çıkarılmasıyla vb. onun engellenemediğini, küçülmeyip tersine büyüdüğünü görmüş olan ve bu konuda devlet siyasetinin değişmesi gerektiğini savunan kesimdir. Devlet yasaklayarak yok edemediğini, şimdi sahiplenerek, onun Türklüğünü, "memleket sevgisi"ni vb., bunun yanında özel hayatında magazin konusu olabilecek yönleri öne çıkararak onu komünist kişiliğinden arındırarak içerlenmeli, kendi "malı" haline getirmelidir. İstedikleri budur. Ve Nâzım yılını bu amaçları için tepe tepe kullandılar, kullanıyorlar, kullanacaklar. Yarın öbürgün, Nâzım Hikmet'in toprak olmuş kemiklerinin bizzat devletin görevlilerinin katılımıyla Türkiye'ye getirilip defnedilmesi, bu siyasetin sembolik sonucu olursa, kimse buna şaşırmamalıdır. Devletin bu Nâzım Hikmet'i devletle barıştırma siyasetinin karşısında duran burjuva kesimleri amaçta birincilerle bir olmalarına rağmen, bu kadar acele edilmesinin iyi olmadığı görüşündedir. Öyle ya Nâzım Hikmet eninde sonunda bir vatan hainidir ve o bu sıfatı bu ülkede, işbirlikçi burjuvazinin egemen olduğu vatanda bir onur madalyası gibi taşımış, bunu açıkça ilan etmiş biridir. Onun komünist / vatan haini kişiliğinden soyundurulup devlet şairi yapılması zordur. Ne de olsa, "Deniz Kızı Eftalya" değildir Nâzım! Bu yüzden Nâzım Hikmet'e biraz mesafeli durulmasında yarar vardır! Bu iki kesimin kavgalarına da sahne oluyor Nâzım Hikmet yılı. Nâzım'ın düşman olduklarının kavgası bu.
Nâzım Hikmet'in 100. doğum yılında, kuşkusuz onun gerçek dostlarının, onun mücadelesini verdiği yeni bir dünya için mücadele edenlerin de diyecekleri var.
En başta diyeceğimiz, Nâzım'ın burjuvaziyle barıştırılması için yazılan ve onu hapislerde çürüyen bir "garip kuş"a benzeten bir şiir eline geçtiğinde (Cahit Sıtkı Tarancı'nın 1947 de yazdığı "Bir Şey" başlıklı şiiri) söylediğidir:
"Sevdalınız Komünisttir", o "Hapis amma zincirini kırmış" biridir.
"Yüreği delinip batmadan, / şarkısı tükenip bitmeden, / cennetini kaybetmeden / yatar Bursa kalesinde." (Nâzım Hikmet, şiirler 4, sayfa 145, Adam Yayınları, 19. basım, 2001, İstanbul)
Kültür cephesinde işçi sınıfının davasının savunucuları olan bizler, Nâzım Hikmet'in doğumunun 100. yılında onu proleter devrimci cephenin en önemli sanatçılarından biri olarak anarken, onun bir genel değerlendirmesini yapmayı da görev biliyoruz.
Aşağıdaki yazı bizim açımızdan bu görevin yerine getirilmesinde tartışmaya, eleştiriye, ilerletilmeye açık ilk tezleri ve bunların gerekçelendirilmesini içermektedir.

Gönderen aydinay - 28-08-2006 21:50
#2

BİR KIZ VARDI JAPONYADA


............

Bir kız vardı Japonyada
ufacık, tefecik bir kız,
Bir bulut vardı dünyada
işi: öldürmekti yalnız.

Bu bulut bu kızcağızın
öldürdü nineciğini,
külünü göğe savurdu,
sonra, yine apansızın
gelip babasını vurdu,
sonra da kızın kendisini.
Ve doymadı ve doymadı
yeni kurbanlar arıyor.
Atom ölümüdür adı,
karanlıkta bağırıyor.

Büyük bir birlik kuralım,
canavarı susturalım.
Savaş cengine gidelim,
canavarı yok edelim.


Nâzım HİKMET


Gönderen aydinay - 28-08-2006 21:52
#3

VEDA

Hoşça kalın
dostlarım benim
hoşça kalın!
Sizi canımda
canımın içinde,
kavgamı kafamda götürüyorum.
Hoşça kalın
dostlarım benim
hoşça kalın...
Resimlerdeki kuşlar gibi
dizilip üstüne kumsalın,
mendil sallamayın bana.
İstemez...
Ben dostların gözünde kendimi
boylu boyumca görüyorum...

A dostlar
a kavga dostu
iş kardeşi
a yoldaşlar a..!!.
Tek hecesiz elveda..

Geceler sürecek kapımın sürgüsünü,
pencerelerde yıllar örecek örgüsünü.
Ve ben bir kavga şarkısı gibi haykıracağım
mapusane türküsünü.

Yine görüşürüz
dostlarım benim
yine görüşürüz...
Beraber güneşe güler,
beraber dövüşürüz...

A dostlar
a kavga dostu
iş kardeşi
a yoldaşlar a..!!.
ELVEDA..!!.......




Gönderen aydinay - 28-08-2006 21:55
#4

YAŞAMAYA DAİR

1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...
Nazım HİKMET


Gönderen safak altun - 03-06-2007 21:49
#5

Nazım Hikmet, mezarı başında anıldı.

Nazım Hikmet Ran, ölümünün 44 üncü yılında Moskova daki mezarı başında düzenlenen törenle anıldı.

Nazım Hikmetin aralarında Rusya eski Devlet Başkanı Boris Yeltsinin de bulunduğu ünlüler mezarlığı olarak bilinen Novodeviçideki anma törenine, Mavi Gözlü Dev Adam filminde şairi canlandıran sanatçı Yetkin Dikinciler, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Başkanı Ercan İpekçi, Rus Türk İşadamları Birliği (RTİCool Başkanı Ali İhsan Akıskalıoğlu, Rus Türk Araştırmaları Merkezi (RUTAM) Başkanı Hakan Aksay ile çok sayıda Türk ve Rus vatandaşı katıldı.

Anma törenine olan katılımın önceki yıllara kıyasla çok daha kalabalık olduğu dikkati çekti.

Yeltsinin mezarının hemen yanında bulunan şairin kabrine karanfiller bırakıldıktan sonra konuşmalar yapıldı ve şiirler okundu.

Nazımın küçük hayranlarından Serra Sezerin şairin Rusça ve Türkçe birer şiirini okumasını ziyaretçiler uzun süre alkışladı.

Sanatçı Dikinciler de törende yaptığı konuşmada, Nazıma duyulan ihtiyacın her geçen gün azalmadan arttığını belirterek, Nasıl ki her doğan bebeğin süte ihtiyacı varsa Nazıma olan ihtiyaç da aynısı. Her geçen gün azalmadan artmakta, dedi.

Nazım Hikmetin arkadaşlarından Rus Raisa Vasilevna da Nazım ve eşinin mezarını sulayarak çiçek bıraktıktan sonra, şairle ilgili anılarını anlattı.

Kaynak, AA

NAZIM HİKMET VATAN HAİNLİĞİNE DEVAM EDİYOR HALA

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt

hainiyim, ben vatan hainiyim.

Vatan çiftliklerinizse,

kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,

vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,

fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,

vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,

vatan, mızraklı ilmihalse, vatan, polis copuysa,

ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,

vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,

vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,

ben vatan hainiyim.

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Düzenleyen: safak altun - 03-06-2007 21:51

Gönderen A_D_A_L_I_ - 10-06-2007 09:00
#6

OTOBİYOGRAFİ

1902'de doğdum

doğduğum şehre dönmedim bir daha

geriye dönmeyi sevmem

üç yaşında Halep'te paşa torunluğu ettim

on dokuzumda Moskova komünist üniversite öğrenciliği

kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu

ve on dördümden beri şairlik ederim

kimi insanlar otların kimi insan balıkların çeşidini bilir

ben ayrılıkların

kimi insan ezbere sayar yıldızların adını

ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de

açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler

kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini

verdiler de

otuz altımda yarım yılda geçtim dört metrekare betonu

elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prag'dan Havana'ya

Lenin'i görmedim nöbetini tuttum tabutunun başında 924'te

961'de ziyaret ettim anıt kabri kitaplarıdırpartimden koparmağa

yeltendiler sökmedi

yıkılan putların altında da ezilmedim

951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün

52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım

şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile

aldattım kadınlarımı

konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım

hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim

yalan söyledim başkasını üzmemek için

ama durup dururken de yalan söylemedim

bindim tirene uçağa otomobile

çoğunluk binemiyor

operaya gittim

çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın

çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri

camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye

ama kahve falına baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır

Türkiye'mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha

yakalanmam de şart değil

başbakan fakan olacağım da yok

meraklısı da değilim bu işin

bir de harbe girmedim

sığınaklara da inmedim gece yarıları

yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında

ama sevdalandım altmışıma yakın

sözün kısası yoldaşlar

bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da

insanca yaşadım diyebilirim

ve daha ne kadar yaşarım

başımdan neler geçer daha

kim bilir

(11.9.'61 - Doğu Berlin)

NÂZIM HİKMET RAN

15 Ocak 1902'de Selanik'te doğdu. Heybeliada Bahriye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye Kruvazörü'nde güverte subayı iken, sağlık nedeniyle askerlikten ayrıldı, bu arada ilk şiirlerini yayımladı. 1921 başlarında Kurtuluş Savaşı'na katılmak için Anadolu'ya geçti, Bolu'da öğretmen olarak görevlendirildi. Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne (KUTV) yazıldı. Burada siyasal bilimler ve iktisat okudu. 1924'te yurda döndü. Aydınlık Gazetesinde yayınlanan yazı ve şiirleri yüzünden on beş yıl hapsi istenince yeniden Sovyetler Birliği'ne gitti. 1928 Af Kanunu'ndan yararlanıp tekrar yurda döndü. Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1932'de yeniden dört yıl hapse mahkûm olduysa da, bu kez Onuncu Yıl Affı'ndan yararlandı. Gazetecilik yaptı, film stüdyolarında çalıştı. 1938'de orduyu ve donanmayı isyana teşvik ettiği iddiasıyla 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1950'de özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı; kitaplarını yayınlatma, oyunlarını oynatma olanağı bulamadı. Askere alınması kararlaştırılınca Romanya üzerinden tekrar Moskova'ya gitti. 1951'de T.C. yurttaşlığından çıkarıldı. 3 Haziran 1963'te bir kalp krizi sonucu yaşama veda etti. Moskova'da Novodeviçye Mezarlığı'nda toprağa verildi